Uncategorized

VERGİ BORCU OLANLAR DİKKAT; GECİKME ZAMMI VE FAİZ ORANI ARTTI

Uncategorized

 Vergi borcu olanlar dikkat; gecikme zammı ve faiz oranı arttı

Gecikme faizi, pişmanlık zammı ve izaha davet zammı gibi müesseseler kendi kanunlarında doğrudan “gecikme zammı oranı kadar uygulanır” denildiğinden bu oranlar da otomatikman gecikme zammı oranı kadar artmış oldu. Yani tek taşla dört kuş…

Bugünkü Resmi Gazete’de yer alan 8484 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile gecikme zammı oranı aylık yüzde 3,5’ten yüzde 4,5’e; Seri:C Sıra No:8 Tahsilat Genel Tebliği ile de tecil faizi yıllık yüzde 36’dan yüzde 48’e yükseltildi. Böylece gecikme zammı yaklaşık yüzde 29, tecil faizi ise yaklaşık yüzde 33 oranında artırılmış oldu. Bu iki oran bugünden itibaren geçerli olacak.

Daha da önemlisi gecikme faizi, pişmanlık zammı ve izaha davet zammı gibi müesseseler kendi kanunlarında doğrudan “gecikme zammı oranı kadar uygulanır” denildiğinden bu oranlar da otomatikman gecikme zammı oranı kadar artmış oldu. Yani tek taşla dört kuş…

Nedir gecikme zammı?

Vergi, SGK prim borcu dâhil birçok amme alacağı için uygulanan gecikme zammı, 6183 sayılı Yasa m.51’de düzenlenmiştir. Maddeye göre amme alacağının kanuni süresinde ödenmemesi durumunda ödenmeyen kısmına her ay için yüzde 4,5 gecikme zammı uygulanacak. Buna göre, ödenmemiş vergi borçları, SGK prim borçları gibi envai çeşit kamu borcunun ödenmemesi durumunda ödenmeyen kısmına bugünden itibaren aylık yüzde 4,5 gecikme zammı uygulanacak.

Özetle vergi borcunuz var ve ödemezseniz, bu borcunuz her ay gecikme zammı oranı kadar artırılarak tahsil edilecek.

Örneğin 2024 Mayıs ayı sonuna kadar emlak verginizin ilk taksitini ödemeniz gerekiyor ama ödemediniz. Ödemediğiniz her ay için gecikme zammı ile birlikte tahsil edilecek. Varsayalım bu emlak verginizi, 5 Eylül’de öderseniz Haziran birinci ay olmak üzere 3 ay 5 günlük gecikme zammı da ödemeniz gerekecek. Yani emlak vergisi borcunuz 2 bin TL ise 5 Eylül itibariyle 2 bin TL emlak vergisiyle birlikte ayrıca 285 TL de gecikme zammı ödemeniz gerekecek.

Daha da önemlisi gecikme zammı, vergi borcuyla birlikte vergi ziyaı cezası varsa bu ikisinin toplamı üzerinden hesaplanacaktır.

Ay ortasında değiştirilen gecikme zammı oranı nasıl uygulanacak?

6183 sayılı Yasa m.51 uyarınca Cumhurbaşkanı kararıyla aylık gecikme zammı oranının yeniden belirlendiği durumlarda, gecikme zammı hesaplamasında;

Aylık Esasa Göre: Aylık esasa göre gecikme zammının hesaplanacağı bir aylık süre içindeki bir tarihte oran değişikliği yapılırsa, bu bir aylık sürenin tamamına eski oran (yüzde 3,5) uygulanacaktır.

Günlük Esasa Göre: Ay kesirleri için gecikme zammının hesaplanması günlük esasa göre yapıldığından, Cumhurbaşkanı Kararının yürürlüğe girdiği gün dahil olmak üzere –yani 21 Mayıs 2024- sonraki günler için yeni oran (yüzde 4,5), yürürlük tarihinden önceki günler için ise eski oran (yüzde 3,5) uygulanacaktır.

Yani günlük hesaplamalarda 20 Mayıs ve önceki günler için yüzde 3,5; 21 Mayıs ve sonraki günler için ise yüzde 4,5 oranı uygulanacaktır.

Aylık hesaplamalarda ise Mayıs ayının tamamına yüzde 3,5 (eski oran) uygulanacak. Yeni oran (yüzde 4,5) 1 Hazirandan itibaren uygulanacaktır.

Gecikme zammı oranının tarihsel seyri

Gecikme zammı ülkemizin ekonomik koşullarına göre farklı oranlarda uygulandı. Gecikme zammı oranı 1996’da aylık yüzde 15’e kadar yükselmişti. 2000 yılı sonrasında ise özellikle enflasyonun yüksek seyrettiği dönemlerde aylık yüzde 10, yüzde 7 gibi oranlara kadar çıktı.

Aşağıdaki tabloda son 25 yılda uygulanan gecikme zammı oranlarını görebilirsiniz.

Gecikme zammı 21 Temmuz 2022 tarihinde yüzde 1,6’dan yüzde 2,5’e; 14 Kasım 2023’te ise yüzde 3,5’e yükseltilmişti ve bugün itibariyle de artık aylık yüzde 4,5 uygulanmaktadır.

Gecikme zammı oranı artışı gecikme faizini de otomatik artıracak

Gecikme faizi, VUK m.112’de düzenlenmiştir. Gecikme faizi verginin tahakkuku ile ilgilidir. Yani tahsil aşamasına gelinmeden sadece tahakkuku geciken vergiler için gecikme faizi hesaplanır.

Gecikme faizi oranı, gecikme zammına bağlandığından gecikme zammı oranı ile aynıdır. Yani gecikme zammı oranı arttığından gecikme faizi de aynı oranda (yüzde 3,5’ten yüzde 4,5’e) artacaktır.

Gecikme zammı oranı artışı pişmanlık ve izah zammını da otomatik artıracak

Mevzuatımızda gecikme faizi, pişmanlık zammı ve izaha davet zammı gecikme zammı oranına bağlanmıştır. Yani gecikme zammı oranı artışı pişmanlık zammı ve izaha davet zammını da otomatik aynı oranda artıracaktır.

Özetle gecikme zammı artışı gecikme faizini, pişmanlık zammını ve izah zammını da otomatikman yüzde 3,5’ten yüzde 4,5’e yükseltmiş oldu.

Tecil faizi de arttı

6183 sayılı Kanun bazı durumlarda amme alacağının tahsilatını gelecekte de olsa tahsil etmek ve mükellefleri ekonomik zorluklar altında ezdirmemek için mükelleflere çeşitli imtiyazlar sunmaktadır. Bu imtiyazlardan bir tanesi de tecildir. Amme borçlusunun borcunu süreye yayarak (en çok 36 aya) taksitlendirme imkânı sunan bu uygulama süresince ne gecikme zammı uygulanmakta ne de haciz işlemleri yapılmaktadır. 6183 sayılı Yasa m.48’de düzenlenen tecil, vergi borcunun ertelenmesidir.

Yani Devlet, borcunu ertelerim ama faizini alırım der. İşte bu faize tecil faizi denir. Tecil faiz oranı 21 Temmuz 2022 tarihinden itibaren yıllık yüzde 15’ten yüzde 24’e; 14 Kasım 2023’te de yüzde 36’ya yükseltilmişti. Bugünden itibaren de yıllık yüzde 48’eoldu.

Aşağıdaki tabloda son 25 yılda uygulanan tecil faiz oranlarını görebilirsiniz.

 

Neden artırıldı zam ve faizler

Sanıyorum İktidar Partisi, yukarıda da gördüğünüz üzere enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde hele mevduatlara uygulanacak faizlerin de yüksek olduğu şu günlerde olduğu gibi vergi borçlularının vergi borçlarını ödemek yerine faiz gibi getirisi yüksek alanlarda değerlendirmesinin önünü kesmek istiyor. Yani İktidar, amme borçlarının ödemelerinin ertelenmesini istememekte bunun amme borçlusu olan bizlere pahalıya mal olacağını bugünkü düzenlemelerle gösterdi. Gelin borcunuzu zamanında ödeyin yoksa yüksek faiz/zam ile ödemeniz gerekir mesajını net bir şekilde verdi.

O nedenle sanıyorum vergi, SGK prim borcu vs olanlar bugünden itibaren bu borçlarını ödeme konusunda bir daha düşüneceklerdir.

E-TEBLİGALARI KONTROL ETMEYENLER YANAR!

Uncategorized

E-TEBLİGALARI KONTROL ETMEYENLER YANAR!

Elektronik yolla tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır. Örnek olarak 3 Mayıs 2024 tarihinde muhatabın elektronik adresine teslim edilen bir tebligatın tebliğ tarihi, teslim tarihinin 5 gün sonrası olan 8 Mayıs 2024 tarihidir.
Tebliğ tarihinin resmi tatil olan bir güne denk gelmesi tebliğ tarihini değiştirmemektedir. Ancak tebliğ tarihinden itibaren uygulanan hukuki sürelerin son gününün resmi tatil olan bir güne denk gelmesi durumunda; ilgili hukuki süre, tatili takip eden ilk iş günü çalışma saati sonunda biter. Elektronik işlemlerde ise süre, çalışma saati sonunda değil günün sonunda yani saat 23:59:59’da biter. Aynı durum resmi tatil olan diğer günler ve bayramlar için de geçerlidir.
SGK Denetmeni tarafından bir şirketin KEP adresi olan muhasebecisine E-Tebligat gönderilerek bazı kayıt ve belgelerin incelenmek üzere 15 gün içinde ibraz edilmesi istenmiştir. Fakat muhasebeci KEP adresini kontrol etmediğinden
SGK denetmenine istenilen kayıt ve belgeleri ibraz etmemekten dolayı 5510 Sayılı Yasanın 102.maddesine göre 12 asgari ücret yani 240.000.-TL idari para cezası şirkete tebliğ edilmiştir. Hukuki olarak yapılacak her hangi bir işlem yoktur. Şirket tarafından dava açılsa sonuç kesinlikle değişmeyecektir.
Yasalara tam uygun davranan, hiçbir kayıtdışı işlemi bulunmayan bir şirkete bu tür idari cezalar gelmesi moralleri aşırı şekilde bozmaktadır.. Bu tür sonuçla karşılaşmamak için KEP adresinin her 5 gün aralıklarla kontrol edilmesi gerekmektedir.
Cevat Nevruz
E. İş Başmüfettişi / Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Linkedin paylaşımından Alıntı yapılmıştır

SATIŞ FATURASININ AİT OLDUĞU AYDAN SONRAKİ AYLARDA İHRACATI TAMAMLANAN İŞLEMLERDE GELİR HANGİ DÖNEME KAYDEDİLECEKTİR?

Uncategorized

SATIŞ FATURASININ AİT OLDUĞU AYDAN SONRAKİ AYLARDA İHRACATI TAMAMLANAN İŞLEMLERDE GELİR HANGİ DÖNEME KAYDEDİLECEKTİR?

Gümrükte mal ihraç edilmiş olup yurt dışına gönderilmiştir. Ancak Gümrük çıkış beyannamesi kapama işlemi yapılmamıştır. Vergilendirme dönemi değişeceği için muhasebe kayıtlarımıza gelir olarak yazmamız gerekir mi?

Muhasebe kayıtlarındaki gelir satış faturasının düzenlendiği tarihte değil fiilen malın gümrük çıkış beyannamesindeki çıkış tarihine göre gelir kaydı yapılır. Fiili çıkış yapılana ve ihracat kapanana kadar satış faturası gelir olarak kaydedilmez, bilançonun pasifinde bekletilir.


İhracata ilişkin fatura tarihi ve ihracat kapanış tarihlerinin farklı olması durumunda KDV ve KVK açısından beyan edileceği dönem hak.

T.C.

GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI

KOCAELİ VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI

Mükellef Hizmetleri Grup Müdürlüğü

Sayı : 93767041-130[39-2014/176]-33 08/04/2016
Konu : İhracata ilişkin fatura tarihi ve ihracat kapanış tarihlerinin farklı olması durumunda kdv ve kvk açısından beyan edileceği dönem hk.

 

İlgide kayıtlı özelge talep formunuzda; Aralık 2013 döneminde yapmış olduğunuz ihracatlarınızın fatura kesim tarihlerinin de Aralık 2013 olduğu ve Gümrük Bakanlığının sisteminde yer alan kapanış (intaç) tarihlerinin Ocak 2014 olarak göründüğü belirtilerek kurumlar vergisi açısından ihracatınızın hangi dönemde beyan edileceği, ihracatınıza ilişkin KDV’nin hangi dönem beyannamesine dahil edileceği ile ihracatınıza ilişkin yüklenilen maliyetlerin hangi dönem kurumlar vergisi ve KDV beyannamelerine dahil edileceği hususlarında Başkanlığımız görüşü talep edilmektedir.

            KURUMLAR VERGİSİ KANUNU AÇISINDAN

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun “Safi Kurum Kazancı” başlıklı 6 ncı maddesinde; kurumlar vergisinin, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettiği safî kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı, safî kurum kazancının tespitinde, Gelir Vergisi Kanununun ticarî kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.

Ayrıca, safi kurum kazancının tespitinde Kurumlar Vergisi Kanununun 8 inci maddesinin yanı sıra Gelir Vergisi Kanununun indirilecek giderlere ilişkin 40 ıncı maddesi de dikkate alınacaktır.

Ticari kazançta elde etme tahakkuk esasına bağlanmış bulunmaktadır. Bu esas dikkate alındığında, bir gelir veya gider unsurunun özel bir düzenleme bulunmadığı sürece, mahiyet ve tutar itibariyle kesinleştiği dönem kazancının tespitinde dikkate alınması gerekmektedir.

Bu durumda, yurt dışındaki alıcının satış akdine konu olan malı satıcının Türkiye’deki fabrikasında, deposunda veya herhangi bir işyerinde alıcı veya adına hareket eden tarafından teslim alınacağının satış akdinde belirlenmiş olması halinde, satıcının belirtilen işyerinde malı teslim etmesiyle satış akdi tamamlanmış ve gelir tahakkuk etmiş olacağından söz konusu gelirin bu tarihin içinde bulunduğu hesap döneminin kurum kazancı olarak değerlendirileceği tabiidir.

Diğer taraftan, ihracatta malın satıcının Türkiye’deki işyerinde teslim alınması hariç olmak üzere, Şirketiniz tarafından gerçekleştirilen ihracat faaliyetlerine ilişkin elde edilen gelirin fiili ihraç tarihi itibarıyla tahakkuk ettiğinin kabul edilmesi ve ihracata ilişkin maliyet ve hasılatların bu tarihin içinde bulunduğu hesap dönemi kurum kazancının tespitinde dikkate alınması gerekmektedir.

           KATMA DEĞER VERGİSİ KANUNU AÇISINDAN

KDV Kanununun 12 nci maddesi uyarınca bir teslimin ihracat teslimi sayılabilmesi için, teslimin yurt dışındaki bir müşteriye veya bir serbest bölgedeki alıcıya tevdi edilmesi gerekmekte olup; malların Türkiye Cumhuriyeti gümrük bölgesinden çıktığının gümrük beyannamesi veya yerine geçen bir belge ile tevsik edilmesi gerekir.

Mülga 107 seri no.lu KDV Genel Tebliğinin (B) bölümünde;

– 19 seri no.lu KDV Genel Tebliğinin (E) bölümüne göre, KDV uygulamasında ihracat işleminin gerçekleştiği tarih olarak, malın gümrük hattından geçtiği sırada çıkış gümrüğünce belirlenen ve gümrük beyannamesinin ilgili bölümünde belirtilen “gümrük hattını çıkış tarihi”nin esas alındığı,

– Ancak, 4/4/2007 tarihli ve 2007/19 sayılı Gümrük Müsteşarlığı Gümrükler Genel Müdürlüğü Genelgesi ile gümrük idarelerince 1 Mayıs 2007 tarihinden itibaren ihracata yönelik düzenlenen gümrük beyannamelerinin ihracatçıya verilen nüshasının üzerine herhangi bir kapanma meşruhatı düşülmesine son verildiği,

– Bu nedenle, 1 Mayıs 2007 tarihinden itibaren KDV beyannamelerinde ihracat istisnasına ilişkin beyanları bulunan mükelleflerin tevsik edici belge olarak ibraz ettikleri gümrük beyannamelerinde ihracatın gerçekleştiği tarihi belirten bir açıklama aranılmayacağı, bu beyannamelere ilişkin elektronik ortamda (VEDOP) erişilen bilgiler arasındaki kapanma tarihinin ihracat istisnası uygulamasında ihracatın gerçekleştiği tarih olarak dikkate alınacağı açıklanmıştır.

            Buna göre, faturaları Aralık/2013 döneminde düzenlenmesine rağmen VEDOP sisteminde beyanname kapanış tarihleri Ocak/2014 dönemi olarak görünen ihracata ilişkin faturalar Ocak/2014 dönemi beyannamesinde beyan edilecektir.

Diğer taraftan, 29/3 maddesinde indirim hakkının vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu takvim yılı aşılmamak şartıyla, ilgili vesikaların kanuni defterlere kaydedildiği vergilendirme döneminde kullanılabileceği hüküm altına alınmıştır.

Bu durumda ihraç edilen mal ve hizmetin meydana getirilmesi ile ilgili her türlü mal ve hizmet alımlarınız dolayısıyla yüklenilen KDV, vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu takvim yılı aşılmamak şartıyla, ilgili vesikaların kanuni defterlere kaydedildiği vergilendirme döneminde indirilebilecektir.

https://www.muhasebenews.com/satis-faturasinin-ait-oldugu-aydan-sonraki-aylarda-ihracati-tamamlanan-islemlerde-gelir-hangi-doneme-kaydedilecektir/

YURT DIŞI MUKİM FİRMADAN ALINAN TEST HİZMETİNDE KDV VE STOPAJ UYGULAMASI

Uncategorized

Yurt dışı mukim firmadan alınan test hizmetinde KDV ve Stopaj Uygulaması

T.C.

GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI

Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı

Gelir Kanunları KDV ve ÖTV Grup Müdürlüğü

 

Sayı

:

E-84974990-130[KDV3-İ-1-2023/23]-21077

11.01.2024

Konu

:

Yurt dışı mukim firmadan alınan test hizmetinde KDV ve Stopaj.

 

İlgi

:

… tarihli ve … sayılı yazı

 

İlgide kayıtlı özelge talep formunuzda, Şirketinizin yurt içi ve yurt dışında “Enerji Nakil Hattı” projelerinin anahtar teslimi yapım işlerini gerçekleştirdiği, yapmış olduğunuz “Enerji Nakil Hatları”nda kullandığınız galvanizli çelik direk, iletken, izolator, hırdavat gibi malzemelerin işveren tarafından belirlenen teknik şartnameye uygunluğunun test edilmesinin istendiği, bu malzemelerin testlerinin uluslararası akreditasyonu olan yurt dışı firmalar aracılığı ile gerçekleştirildiği, yurt içinde uhdenizde devam eden “Enerji Nakil Hattı” projelerinizde kullanılacak malzemelerin testlerinin Romanya, Macaristan, İspanya gibi ülkelerde yerleşik firmalar aracılığı ile yaptırıldığı, bu ülkelerin ülkemiz ile Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması olan veya olmayan ülkelerdeki firmalar olabildiği, yapılan bu test işlemleri sonucunda tarafınıza “test hizmeti” faturası düzenlendiği belirtilerek, yurt dışı firmalar tarafından düzenlenen bu faturalar dolayısıyla katma değer vergisi (KDV) ve stopaj yönünden yapılacak işlemler hakkında görüş talep edilmektedir.

I. KURUMLAR VERGİSİ YÖNÜNDEN:

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında, Kanunun birinci maddesinde sayılı kurumlardan kanuni ve iş merkezlerinin her ikisi de Türkiye’de bulunmayanların sadece Türkiye’de elde ettikleri kazançları üzerinden vergilendirileceği hükme bağlanmış ve aynı maddenin üçüncü fıkrasında da dar mükellefiyette kurum kazancının hangi kazanç ve iratlardan oluştuğu belirtilmiştir.

Diğer taraftan, Kurumlar Vergisi Kanununun 30 uncu maddesinde, dar mükellefiyete tabi kurumların maddede sayılan kazanç ve iratları üzerinden, bu kazanç ve iratları avanslar da dahil olmak üzere nakden veya hesaben ödeyen veya tahakkuk ettirenler tarafından kurumlar vergisi kesintisi yapılacağı hüküm altına alınmış olup, söz konusu kesinti oranları … sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca … tarihinden itibaren petrol arama faaliyetleri dolayısıyla sağlanacak serbest meslek kazançlarında %5, diğer serbest meslek kazançlarında ise %20 olarak tespit edilmiştir.

Buna göre, enerji nakil hattı projelerinde kullanılan galvanizli çelik direk, iletken, izolatör ve hırdavat gibi malzemelerin teknik şartnameye uygunluğunun tespiti için yurt dışında mukim şirketlerden alınacak test hizmetine yönelik yapılan ödemelerin, serbest meslek faaliyeti karşılığı yapılan ödemeler olarak değerlendirilmesi ve üzerinden %20 oranında vergi kesintisi yapılması gerekmektedir.

Diğer taraftan, hizmet aldığınız yurt dışındaki şirketlerin mukimi bulunduğu ülkeler ile Ülkemiz arasında akdedilen çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması hükümlerinin öncelikle olarak uygulanacağı tabiidir.

II. ÇİFTE VERGİLENDİRMEYİ ÖNLEME ANLAŞMALARI YÖNÜNDEN:

Türkiye Cumhuriyeti ile Macaristan Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması” 01.01.1993 tarihinden itibaren uygulanmaktadır. Söz konusu Anlaşmanın “Serbest Meslek Faaliyetleri” başlıklı 14 üncü maddesinde;

“1. Bir Akit Devlet mukiminin serbest meslek faaliyetleri veya bağımsız nitelikteki diğer faaliyetler dolayısıyla elde ettiği gelir, bu kişi diğer Akit Devlette faaliyetlerini icra etmek için sürekli kullanabileceği sabit bir yere sahip olmadıkça, yalnızca ilk bahsedilen Devlette vergilendirilebilecektir. Eğer kişi böyle bir sabit yere sahip olursa, gelir bu diğer Devlette, söz konusu sabit yere atfedilebilen miktarla sınırlı olmak üzere vergilendirilebilir. 

2.” Serbest meslek faaliyetleri” terimi, özellikle bağımsız olarak yürütülen bilimsel, edebi, artistik, eğitici veya öğretici faaliyetleri, bunun yanı sıra, doktorların, dişçilerin, avukatların mühendislerin, mimarların, muhasebecilerin bağımsız faaliyetlerini kapsamına alır.”

hükümleri yer almaktadır.

Buna göre, Macaristan mukimi şirketin icra ettiği, enerji nakil hattı projenizde kullanılacak malzemelerin test edilmesi faaliyetlerinin serbest meslek kazancı olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda yukarıda madde metninde yer verilen Türkiye-Macaristan Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının 14 üncü maddesinin 1 inci fıkrasına göre, Macaristan mukimi şirket tarafından verilen test hizmetleri Türkiye’de bir sabit yer vasıtasıyla icra edilirse Türkiye’nin de bu gelirleri iç mevzuat hükümlerimiz çerçevesinde vergileme hakkı bulunmaktadır.

Anlaşma hükümlerinden yararlanabilmek için ilgili teşebbüsün Macaristan’da tam mükellef olduğunun ve tüm dünya kazançları üzerinden bu ülkede vergilendirildiğinin Macaristan yetkili makamlarından alınacak bir belge ile kanıtlanması ve bu belgenin aslı ile birlikte Türkçe tercümesinin Noterce veya bu ülkedeki Türk Konsolosluklarınca tasdik edilen bir örneğinin vergi sorumlularına veya ilgili vergi dairesine ibraz edilmesi gerekmektedir. Mukimlik belgesinin ibraz edilememesi durumunda ise ilgili anlaşma hükümleri yerine iç mevzuat hükümlerimiz uygulanacaktır.

III. KATMA DEĞER VERGİSİ KANUNU YÖNÜNDEN: 

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun;

-1/1 inci maddesinde, Türkiye’de ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin KDV’ye tabi olduğu,

-4/1 inci maddesinde, hizmetin, teslim ve teslim sayılan haller ile mal ithalatı dışında kalan işlemler olduğu ve bu işlemlerin bir şeyi yapmak, işlemek, meydana getirmek, imal etmek, onarmak, temizlemek, muhafaza etmek, hazırlamak, değerlendirmek, kiralamak, bir şeyi yapmamayı taahhüt etmek gibi şekillerde gerçekleşebileceği,

-6/b maddesinde, işlemlerin Türkiye’de yapılmasının, hizmetin Türkiye’de yapılmasını veya hizmetten Türkiye’de faydalanılmasını ifade ettiği,

-8/1-b maddesinde, ithalatta mal ve hizmet ithal edenlerin verginin mükellefi olduğu,

-9/1 inci maddesinde, mükellefin Türkiye içinde ikametgahının, işyerinin, kanuni merkezi ve iş merkezinin bulunmaması hallerinde ve gerekli görülen diğer hallerde Hazine ve Maliye Bakanlığının, vergi alacağının emniyet altına alınması amacıyla, vergiye tabi işlemlere taraf olanları verginin ödenmesinden sorumlu tutabileceği,

-29/1 inci maddesinde, mükelleflerin yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan KDV’den, bu Kanunda aksine hüküm olmadıkça, faaliyetlerine ilişkin olarak kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen KDV’yi indirebilecekleri

hükme bağlanmıştır.

KDV Genel Uygulama Tebliğinin “İkametgâhı, İşyeri, Kanuni Merkezi ve İş Merkezi Türkiye’de Bulunmayanlar Tarafından Yapılan İşlemler” başlıklı (I/C-2.1.2.1.) bölümünün “2.1.2.1.1. Genel Olarak” alt başlıklı bölümünde;

3065 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre bir hizmetin KDV’nin konusuna girebilmesi için Türkiye’de ifa edilmesi gerekmektedir. Aynı Kanunun (6/b) maddesinde ise Türkiye’de yapılan veya faydalanılan hizmetlerin Türkiye’de ifa edilmiş sayılacağı hükme bağlanmıştır. 

Buna göre, ikametgâhı, işyeri, kanuni merkezi ve iş merkezi Türkiye’de bulunmayanların Türkiye’de yaptığı hizmetler ile bunların yurt dışında yaptığı ancak Türkiye’de faydalanılan hizmetler KDV’ye tabi olacaktır. 

Bu gibi hizmet ifalarında mükellef, esas olarak hizmeti ifa eden olmakla birlikte, Türkiye’de ikametgâhı, işyeri, kanuni merkezi ve iş merkezi bulunmadığından, KDV’nin tamamı, hizmetten faydalanan yurt içindeki muhatap tarafından sorumlu sıfatıyla beyan edilip ödenecektir. 

Hizmetin vergiden müstesna olması ve hizmetin yurt dışında yapılıp hizmetten yurt dışında faydalanılması halinde, mükellef veya sorumlu sıfatıyla KDV beyan edilmeyecektir. 

KDV’nin sorumlu sıfatıyla beyan edilmesi için hizmetten Türkiye’de faydalanan muhatabın KDV mükellefi olması şart değildir. KDV mükellefiyeti bulunmayanlar da söz konusu hizmetler nedeniyle KDV tevkifatı yaparak 2 No.lu KDV Beyannamesi ile beyan etmek ve ödemek zorundadır.

 …” açıklamalarına yer verilmiştir.

Buna göre, Şirketiniz tarafından yurtdışı firmalardan temin edilen test hizmetinden Türkiye’de faydalanıldığından, alınan bu hizmet KDV’ye tabi olup bu işlemden doğan KDV’nin sorumlu sıfatıyla 2 No.lu KDV beyannamesi ile beyan edilerek ödenmesi gerekmektedir. Bu şekilde ödenen KDV’nin, 1 No.lu KDV beyannamesinde genel hükümlere göre indirim konusu yapılması mümkündür.

https://www.muhasebenews.com/yurt-disi-mukim-firmadan-alinan-test-hizmetinde-kdv-ve-stopaj-uygulamasi/

YURT DIŞINDAKİ BİR TEDARİKÇİDEN ALINIP AYNI ÜLKEDEKİ BAŞKA BİR MÜŞTERİYE SATILAN EMTİA İLE İLGİLİ KDV İADE ALINABİLİR Mİ?

Uncategorized

YURT DIŞINDAKİ BİR TEDARİKÇİDEN ALINIP AYNI ÜLKEDEKİ BAŞKA BİR MÜŞTERİYE SATILAN EMTİA İLE İLGİLİ KDV İADE ALINABİLİR Mİ?

T.C.

GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI

Bursa Vergi Dairesi Başkanlığı

Gelir Kanunları Grup Müdürlüğü

Sayı

:

45404237-130[I-19-22]-9300

10.01.2024

Konu

:

Yurt dışından satın alınan malların Türkiye’ye ithal edilmeden, Almanya’da yerleşik şirkete satılması işleminde vergilendirme

 

İlgide kayıtlı özelge talep formunuzda; Şirketiniz tarafından Almanya mukimi bir firmadan satın alınan şampuanların Almanya’da bir müşteriye satışının yapılmak istenildiği ve Almanya’daki üretici şirketin fabrikasından müşteri tarafından teslim alınacağı, mal tesliminin Almanya’da gerçekleşmesi sebebiyle Almanya vergi mevzuatına göre hem alış hem de satış işleminde tarafınıza % 19 oranında katma değer vergisi (KDV) doğduğu belirtilerek,

-Almanya’daki üretici şirketten satın aldığınız ürünlerin bedeli üzerinden %19 oranında KDV hesaplanarak tarafınıza fatura edilmesi halinde yüklenilen KDV’nin kayıtlarınıza nasıl intikal ettirileceği,

-Ürünlerin alımı sırasında yüklenilen KDV’nin Almanya’daki müşteriye yansıtılması halinde düzenlenen e-faturada KDV’nin ne şekilde belirtilmesi gerektiği, bu satışın transit ticaret kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği, yurtdışı faturasını KDV’li düzenleyemeyeceğiniz için yüklenilen KDV’nin satış hasılatı şeklinde mi belirtilmesi gerektiği,

-Yapılan ticaret kapsamında Almanya vergi mevzuatı çerçevesinde KDV mükellefiyetinizin doğduğu, bu kapsamda vergilendirme işleminin gerçekleştirilmesi için Şirketinizden, şirket antetli kağıda Almanya’da alacağınız vergi kimlik numarası, mal satış bedeli ve KDV’nin ayrı sütunlarda gösteren bir belgenin talep edildiği, Şirketinizin Almanya’daki mükellefiyeti çerçevesinde bahse konu belgenin düzenlenmesinin Vergi Usul Kanunu yönünden hatalı bir işlem olup olmadığı

hususlarında Başkanlığımız görüşünün istenildiği anlaşılmıştır.

KURUMLAR VERGİSİ YÖNÜNDEN:

Kurumlar Vergisi Kanununun 3 üncü maddesinde, Kanunun 1 inci maddesinde sayılı kurumlardan kanuni veya iş merkezi Türkiye’de bulunanların tam mükellef olacakları ve gerek Türkiye içinde gerekse Türkiye dışında elde ettikleri kazançlarının tamamı üzerinden vergilendirilecekleri; aynı Kanunun 6 ncı maddesinde, kurumlar vergisinin mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı ve safi kurum kazancının tespitinde Gelir Vergisi Kanununun ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır.

Öte yandan, Gelir Vergisi Kanununun “Bilanço esasında ticari kazancın tespiti” başlıklı 38 inci maddesinin birinci fıkrasında, bilanço esasına göre ticari kazancın, teşebbüsteki öz sermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki değerleri arasındaki müspet fark olduğu, bu dönem zarfında sahip veya sahiplerce işletmeye ilave olunan değerlerin bu farktan indirileceği, işletmeden çekilen değerlerin ise farka ilave olunacağı hükmüne yer verilmiştir.

Bu hükümlere göre, tam mükellef olan Şirketinizin yurt dışından satın aldığı emtiayı gerek yurt içindeki gerekse yurt dışındaki başka bir şirkete satması dolayısıyla elde ettiği kazancın kurumlar vergisi matrahına dahil edilmesi gerekmektedir.

KATMA DEĞER VERGİSİ YÖNÜNDEN:

3065 sayılı KDV Kanununun;

– 1/1 maddesinde, Türkiye’de ticari, sınai, zırai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin, 1/2 maddesinde her türlü mal ve hizmet ithalatının, KDV’ye tabi olduğu,

– 6/a maddesinde, malların teslim anında Türkiye’de bulunmasının, işlemin Türkiye’de yapılmasını ifade ettiği,

hüküm altına alınmıştır.

Buna göre, Şirketiniz tarafından Almanya’da satın alınan malların Türkiye’ye getirilmeden Almanya’da yerleşik bir şirkete satılması işlemi, teslimin Türkiye’de gerçekleşmemesi nedeniyle KDV’nin konusuna girmemektedir.

VERGİ USUL KANUNU YÖNÜNDEN:

213 sayılı Vergi Usul Kanununun

– 3 üncü maddesinin (B) fıkrasında, “B) İspat: Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır.“,

– 215 inci maddesinde, “…

2.a) Kayıt ve belgelerde Türk para birimi kullanılır. Belgeler, Türk parası karşılığı gösterilmek şartıyla, yabancı para birimine göre de düzenlenebilir. Şu kadar ki yurt dışındaki müşteriler adına düzenlenen belgelerde Türk parası karşılığı gösterilme şartı aranmaz.”,

– 227 nci maddesinde, “Bu kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, bu kanuna göre tutulan ve üçüncü şahıslarla olan münasebet ve muamelelere ait olan kayıtların tevsiki mecburidir.  

Elektronik belge olarak düzenlenmesi gerekenler de dâhil olmak üzere, bu Kanuna göre kullanılan veya bu Kanunun Hazine ve Maliye Bakanlığına verdiği yetkiye dayanılarak, kullanma mecburiyeti getirilen belgelerin, öngörülen zorunlu bilgileri taşımaması halinde bu belgeler vergi kanunları bakımından hiç düzenlenmemiş sayılır. “,

– 229 uncu maddesinde, “Fatura, satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesikadır.”,

– 230 uncu maddesinde, “Faturada en az aşağıdaki bilgiler bulunur: 

1. Faturanın düzenlenme tarihi, seri ve sıra numarası; 

2. Faturayı düzenleyenin adı, varsa ticaret unvanı, iş adresi, bağlı olduğu vergi dairesi ve hesap numarası; 

3. Müşterinin adı, ticaret unvanı, adresi, varsa vergi dairesi ve hesap numarası; 

4. Malın veya işin nevi, miktarı, fiyatı ve tutarı; 

5. Satılan malların teslim tarihi ve irsaliye numarası, …”,

– 231 inci maddesinin birinci fıkrasının (5) numaralı bendinde, “Fatura, malın teslimi veya hizmetin yapıldığı tarihten itibaren azami yedi gün içinde düzenlenir. Hazine ve Maliye Bakanlığı; mal veya hizmetin nev’i, miktarı, fiyatı, tutarı, satışın yapılma şekli, faaliyet konusu, sektör veya mükellefiyet türünü ayrı ayrı veya birlikte dikkate alarak, bu süreyi indirmeye ya da faturanın malın teslim edildiği veya hizmetin yapıldığı anda düzenlenmesi zorunluluğu getirmeye yetkilidir. Bu süreler içerisinde düzenlenmeyen faturalar hiç düzenlenmemiş sayılır.”,

– 232 nci maddesinde, “Birinci ve ikinci sınıf tüccarlar kazancı basit usulde tespit edilenlerle defter tutmak mecburiyetinde olan çiftçiler:

1. Birinci ve ikinci sınıf tüccarlara;

2. Serbest meslek erbabına;

3. Kazançları basit usulde tesbit olunan tüccarlara;

4. Defter tutmak mecburiyetinde olan çiftçilere;

5. Vergiden muaf esnafa.

Sattıkları emtia veya yaptıkları işler için fatura vermek ve bunlar da fatura istemek ve almak mecburiyetindedirler. “,

-Mükerrer 242 nci maddesinin ikinci fıkrasında, “…

Bu Kanunda ve diğer vergi kanunlarında defter, kayıt ve belgelere ilişkin olarak yer alan hükümler elektronik defter, kayıt ve belgeler için de geçerlidir. Hazine ve Maliye Bakanlığı, elektronik defter, belge ve kayıtlar için diğer defter, belge ve kayıtlara ilişkin usul ve esaslardan farklı usul ve esaslar belirlemeye yetkilidir.

Hazine ve Maliye Bakanlığı; elektronik defter, belge ve kayıtların oluşturulması, kaydedilmesi, iletilmesi, muhafaza ve ibrazı ile defter ve belgelerin elektronik ortamda tutulması, düzenlenmesi ve ibraz edilmesi uygulamasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye, elektronik ortamda  tutulmasına, düzenlenmesine ve ibraz edilmesine izin verilen defter ve belgelerde yer alması gereken bilgileri internet de dahil olmak üzere her türlü elektronik bilgi iletişim araç ve ortamında Hazine ve Maliye Bakanlığına veya Hazine ve Maliye Bakanlığının gözetim ve denetimine tabi olup, kuruluşu, faaliyetleri, çalışma ve denetim esasları Cumhurbaşkanınca çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenecek olan özel hukuk tüzel kişiliğini haiz bir şirkete aktarma zorunluluğu getirmeye, bilgi aktarımında uyulacak format ve standartlar ile uygulamaya ilişkin usul ve esasları tespit etmeye, bu Kanun kapsamına giren işlemlerde elektronik imza kullanım usul ve esaslarını düzenlemeye ve denetlemeye yetkilidir. Bu Kanunun vergi mahremiyetine ilişkin hükümleri, bu kapsamda kurulan şirketin ortak, yönetici ve çalışanları ile elektronik defter, belge ve kayıtların oluşturulması, imzalanması, iletilmesi ve saklanması hususlarından herhangi biri için hizmet verme konusunda yetkilendirilenlerin ortak, yönetici ve çalışanları hakkında da uygulanır.”

-Mükerrer 257 nci maddesinde, “Hazine ve Maliye Bakanlığı;  

3.Tutulması ve düzenlenmesi zorunlu defter, kayıt ve belgelerin mikro film, mikro fiş veya elektronik bilgi ve kayıt araçlarıyla yapılması veya bu kayıt ortamlarında saklanması veya ibraz edilmesi hususunda izin vermeye veya zorunluluk getirmeye, bu şekilde tutulacak defter ve kayıtların kopyalarının Hazine ve Maliye Bakanlığında veya Muhafaza etmekle görevlendireceği kurumlarda saklanması zorunluluğu getirmeye, bu konuda uygulama usul ve esaslarını belirlemeye,  yetkilidir.”

– 258 inci maddesinde, “Değerleme, vergi matrahlarının hesaplanmasiyle ilgili iktisadi kıymetlerin takdir ve tesbitidir.”,

– 262 nci maddesinde, “Maliyet bedeli, iktisadi bir kıymetin iktisap edilmesi veyahut değerinin artırılması münasebetiyle yapılan ödemelerle bunlara müteferri bilumum giderlerin toplamını ifade eder.

Aşağıda sayılan giderler de maliyet bedeline dâhil edilir:

a) İktisadi kıymetin iktisap edilmesi veya değerinin artırılması ile doğrudan ilgili; gümrük vergileri, gümrük komisyonları, yükleme, boşaltma, nakliye ve montaj giderleri,

b) İktisadi kıymetin iktisap edilmesi veya değerinin artırılması ile doğrudan ilgili; resim ve harçlar, noter, tapu, mahkeme, değer tespiti, danışmanlık, komisyon ve ilan giderleri,

c) İktisadi kıymetin finansmanında kullanılan kredilere ait faiz giderleri ve bunlara ilişkin kur farklarının; emtiada emtianın stoklara girdiği tarihe kadar, diğer iktisadi kıymetlerde ise iktisadi kıymetin envantere alındığı hesap döneminin sonuna kadar olan kısmı ile söz konusu kredilere ilişkin giderler (Faiz giderleri ile kur farklarının diğer kısımlarını maliyet bedeline ithal etmekte veya genel giderler arasında göstermekte mükellefler serbesttirler.),

ç) İktisadi kıymetin stoklara veya envantere alındığı tarihe kadarki depolama ve sigorta giderleri,

d) Gayrimenkullerde mevcut bir binanın satın alınarak yıkılmasından ve arsasının tesviyesinden mütevellit giderler.

Gayrimenkullerle doğrudan ilgili olması şartıyla, bunların envantere alındığı hesap dönemi sonuna kadar alınan hibeler maliyet bedelinden indirilir.

İktisadi kıymetin (emtia hariç) iktisap edilmesi veya değerinin artırılması ile ilgili olan özel tüketim vergisi, indirilemeyecek katma değer vergisi, banka ve sigorta muameleleri vergisi ile kaynak kullanımını destekleme fonunu maliyet bedeline ithal etmekte veya genel giderler arasında göstermekte mükellefler serbesttirler.

Bu maddenin uygulamasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye Hazine ve Maliye Bakanlığı yetkilidir.”,

– 274 üncü maddesinde, “Emtia, maliyet bedeliyle değerlenir. …”

hükümleri yer almaktadır.

Ayrıca, 253 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinin “Yurt Dışında Faaliyette Bulunan Mükelleflere Yaptırılan İş ve Hizmetler Karşılığında Alınan Bedellerle İlgili İşlemler” başlıklı bölümünde, yurt dışında mukim kişi veya kuruluşlara yaptırılan iş veya hizmetler karşılığında ödemede bulunan gelir veya kurumlar vergisi mükelleflerinin, yurt dışında mukim kişi veya kuruluşlardan aldıkları muteber belgeleri gider olarak defterlerine kaydedebildikleri, yurt dışındaki kişi veya şirketlerden belge alan mükelleflerin, bu belgeleri defter kayıtlarında gider olarak göstermeleri sırasında belgelerde yazılı bedelleri, belgelerin düzenlendiği günde T.C. Merkez Bankasınca belirlenen döviz alış kuru üzerinden Türk Lirasına çevirerek kayıtlarında gösterecekleri, ancak inceleme sırasında inceleme elemanınca lüzum görülmesi halinde, mükelleflerin bu belgelerini tercüme ettirmek zorunda oldukları belirtilmiştir. Dolayısıyla, Kanunun 227 nci maddesi uygulamasında, yurt dışında mukim olan şirketlerin düzenlediği belgelerin, ilgili ülke mevzuatına göre geçerli belge sayılması durumunda, mezkur belgeler ispat/tevsik edici belge olarak kabul edilmektedir.

Bu bağlamda, yurt dışından yapılan alımlar nedeniyle yüklenilen tutarların işin mahiyetine göre gider veya maliyet unsuru olarak kayıtlara intikali için, esas itibariyle, mezkûr Kanunun 229 ve müteakip maddelerinde yer alan belgelerle tevsik edilmesi icap etmekte olup, aksi durumda gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınabilmesi, ancak yurt dışından alınacak, ilgili ülke vergi mevzuatı çerçevesinde geçerli bir belge ile tevsikini gerektirmektedir.

509 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinde e-Belgeler ile ilgili düzenlemelere yer verilmiş olup, “IV.1.4. e-Fatura Uygulamasına Geçiş Zorunluluğu” başlıklı bölümünde e-Fatura uygulamasına geçmek zorunda olan mükelleflere ilişkin detaylı açıklamalar yer verilmiştir.

Anılan Tebliğin “IV.2.4.1. e-Fatura Uygulamasına Dâhil Olan Mükelleflerin e-Arşiv Fatura Uygulamasına Geçiş Zorunluluğu” başlıklı bölümünde;

14/12/2012 tarihli ve 28497 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği (Sıra No:421) ile 20/06/2015 tarihli ve 29392 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği (Sıra No:454)’nde yer alan açıklamalara göre, e-Fatura uygulamasına dahil olma zorunluluğu bulunan mükellefler ile isteğe bağlı olarak e-Fatura uygulamasına bu Tebliğin yayım tarihi itibarıyla geçmiş olan mükellefler (faaliyetleri gereği fatura yerine geçen diğer belgeler düzenleyenler hariç) 1/1/2020 tarihine kadar, bu Tebliğin yayım tarihinden itibaren isteğe bağlı olarak ya da bu Tebliğin “IV.l.4” numaralı bölümü ile e-Fatura uygulamasına geçiş zorunluluğu nedeniyle e-Fatura uygulamasına dahil olan mükelleflerin ise, bu Tebliğin “IV 1.5.” numaralı bölümünde belirtilen süreler içinde ve/veya e-Fatura uygulamasına isteğe bağlı olarak dahil oldukları süre içinde başvurularını ve fiili geçiş hazırlıklarını tamamlayarak e-Arşiv Fatura uygulamasına da geçmek ve bu tarihten itibaren düzenleyecekleri faturaları, bu Tebliğin “V.7.” ve “VIII.” numaralı bölümlerinde belirtilen istisnai durumlar haricinde, e-Fatura veya e-Arşiv Fatura olarak düzenlemeleri zorunludur.”

açıklamalarına yer verilerek e-Fatura uygulamasına geçen mükelleflerin e-Arşiv uygulamasına da geçmek zorunda oldukları vurgulanmıştır.

Mezkur Tebliğin “IV.1.7.1. İhracat İşlemlerinde e-Fatura Uygulamasına Geçiş Zorunluluğu” başlıklı bölümünde ise ;

“e-Fatura uygulamasına kayıtlı olan mükelleflerden, 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 11 inci maddesi kapsamındaki mal ihracı (Türkiye’de ikamet etmeyenlere özel fatura ile yapılan bavul ticareti kapsamındaki satışlar dahil) ve yolcu beraberi eşya ihracı (Türkiye’de ikamet etmeyenlere KDV hesaplanarak yapılan satışlar) kapsamında fatura düzenleyecek olanlar, bahsi geçen faturalarını 1/7/2017 tarihinden (Türkiye’de ikamet etmeyenlere özel fatura ile yapılan bavul ticareti kapsamındaki satışlar açısından 1/7/2020 tarihinden) itibaren bu Tebliğin “V.7.” ve “VIII.” numaralı bölümlerinde belirtilen istisnai durumlar haricinde e-Fatura olarak düzenlemeleri zorunludur.”

açıklamaları yapılmıştır.

Konuyla ilgili www.ebelge.gib.gov.tr adresinde yayında olan “e-Fatura Uygulaması Gümrük İşlemleri Kılavuzu” nun ” 3- İHRACAT FATURASI” başlıklı bölümünde;

“İhracat faturalarının e-Fatura olarak düzenlenmesi zorunluluğu sadece Gümrük Beyannamesi ekinde yer alan mal ihracı faturaları için geçerlidir. Diğer belgelerin (Serbest Bölge İşlem Formu, transit ticaret formu vb.) ekinde yer alan ihracat faturaları e-Fatura kapsamında değildir. Bu kapsamda düzenlenecek faturalarda 2.2.1 de belirtildiği gibi profil tipi IHRACAT, fatura tipi ISTISNA seçilecek, gümrük beyannamesine konu olmayan diğer durumlarda ise profil tipi TEMELFATURA/TICARIFATURA, fatura tipi ISTISNA seçilip ilgili istisna kodu ile fatura düzenlenecektir.” şeklinde açıklamalar yer almaktadır.

Şirketiniz hakkında sistem üzerinde yapılan incelemede 3/2/2021 tarihinde e-Fatura hesabının, 3/3/2021 tarihinde ise e-Arşiv Fatura hesabının kapatılmış olduğu görülmüş olup, bu tarihlerden önce e-Fatura ve e-Arşiv Fatura kayıtlı kullanıcısı olduğunuz tespit edilmiştir.

Buna göre;

1- Şirketinizin Almanya’daki alıcıya düzenleyeceği faturanın Gümrük Beyannamesi ekinde yer almayacağı ayrıca söz konusu teslim KDV’nin konusuna girmeyeceğinden “SATIŞ Fatura tipi” ile “e-Arşiv Fatura” olarak düzenlemesi gerekmektedir.

2-Yurt dışından mal alımlarınız ile ilgili olarak yurt dışındaki satıcı tarafından adınıza fatura (veya ilgili ülke vergi mevzuatına göre muteber bir belge) düzenlenmesi, şirketinizin mal satışları ile ilgili olarak ise alıcı adına gerçek satış bedeli üzerinden (alıcıya yansıtılacağı belirtilen Almanya’da ödenen KDV tutarı dahil tutar), malın teslim edildiği tarihten itibaren yedi gün içerisinde şirketiniz tarafından fatura düzenlenmesi gerekmektedir.

3-Mezkûr Kanunun 230 uncu maddesinde, faturada bulunması zorunlu olan asgari bilgiler sayılmış olup, başka bilgilerin bulunmayacağına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. Dolayısıyla, bahse konu madde uyarınca faturada bulunması zorunlu olan bilgilerin yer alması kaydıyla, faturanın esas niteliğini bozmayacak ve okunmasına engel teşkil etmeyecek şekilde söz konusu bilgilere ilave bilgilere faturada yer verilmesi mümkün bulunmaktadır.

4-Yurt dışında mukim işletmelerden yurt dışında satın alınan emtialar nedeniyle yüklenilen ve söz konusu işletmeler tarafından adınıza düzenlenen faturalarda (veya ilgili ülke vergi mevzuatına göre muteber bir belgede) ilgili ülke mevzuat dahilinde hesaplanarak yer verilen KDV’nin, bahse konu emtianın maliyet bedelinin tespitinde dikkate alınması gerekmektedir.

5- Tek düzen muhasebe sisteminin uygulanmasına ilişkin açıklamalar 1 Sıra No.lu Muhasebe Sistemi Genel Tebliği ve daha sonra bu konuda yayımlanan diğer tebliğlerde yapılmış olup, söz konusu ticari işlemlerinize ilişkin muhasebe kayıtlarının, Vergi Usul Kanunu uyarınca tutulması zorunlu defter ve kayıtlara anılan Genel Tebliğlerdeki açıklamalara göre yapılması icap etmektedir.

https://www.muhasebenews.com/yurt-disindaki-bir-tedarikciden-alinip-ayni-ulkedeki-baska-bir-musteriye-satilan-emtia-ile-ilgili-kdv-iade-alinabilir-mi/

REKLAM VE SPONSORLUK HARCAMALARINDA KAFA KARIŞIKLIĞI!

Uncategorized

REKLAM VE SPONSORLUK HARCAMALARINDA KAFA KARIŞIKLIĞI!

Recep ÇETİN – Yeminli Mali Müşavir

Ekonomimizde son dönemdeki enflasyon ve vergi oranlarındaki artış sebebiyle mükelleflerin vergi ödemeleri önemli oranda artmıştır. Bu nedenle, şirketlerin satış rakamlarını artırmada önemli bir etken olan reklam ve sponsorluk harcamaları vergi planlaması aracı olarak sıkça kullanılmaya başlanmıştır.

Sporun tüm bileşenleri(kulüp, federasyon ve sporcu) açısından en önemli finansman kaynağı sponsorluk ve reklam gelirleridir. Temelde aynıymış gibi görünse de vergi uygulamalarında farklılık içeren bu iki kavram yazımızda irdelenecek olup, şirketlerin özellikle vergi planlamaları açısından sponsorluk harcaması mı reklam harcaması mı yapması gerektiği değerlendirilecektir.

Reklam ve sponsorluk harcamalarının hukuksal niteliği

Ticari hayatta şirketlerin ürettikleri mal ve hizmetlerin pazarlama ve tanıtımı amacıyla kullandığı yöntemlerden bir tanesi de reklam ve sponsorluk harcamalarıdır. Şirketlerin reklam ve tanıtım amacıyla, daha geniş kitlelere ulaşmak için bir etkinlik, organizasyon ya da bir kişiye kaynak aktarma yoluyla destek verilmesi sponsorluk olarak tanımlanmaktadır.

Başka bir tanımla sponsorluk, bir olay ya da faaliyet için direk bir kuruluş yerine bir organizasyon tarafından bir etkinlik, proje veya sporcu gibi bir hedefe finansal destek (para, insan gücü, ekipman) sağlanmasıdır.

Danıştay Dördüncü Dairesi’nin 09.10.2017 tarih ve E:2013/4011 K:2017/6706 sayılı Kararı’nda;

● Reklâm, insanları gönüllü olarak belli bir davranışta bulunmaya ikna etmek, belirli bir düşünceye yöneltmek, dikkatlerini bir ürüne, hizmete, fikir ve kuruluşa çekmeye çalışmak, onunla ilgili bilgi vermek, ona ilişkin görüş ve tutumlarını değiştirmelerini veya belirli bir görüşü ya da tutumu benimsemelerini sağlamak amacıyla oluşturulan; iletişim araçlarından yer ya da süre satın almak yoluyla sergilenen ya da başka biçimlerde çoğaltılıp dağıtılan ve bir ücret karşılığı oluşturulduğu belli olan duyurular,

● Sponsorluk ise bir kuruluşun belirlemiş olduğu hedeflere ulaşmak için spor, sanat, kültür ve sosyal olaylar ile çeşitli kişi ve kuruluşlara nakdi veya başka türlü desteklerle yapılan tüm faaliyetlerin planlanması, uygulanması ve kontrol edilmesi süreçlerini kapsayan taraflar arasında karşılıklı olarak birbirlerine fayda sağlamaya yönelik yapılan yazılı iş antlaşmaları,
olarak tanımlanmıştır.

Ancak uygulamada, yapılan harcamanın reklam harcaması mı yoksa sponsorluk harcaması mı olduğu konusunda kimi zaman tereddütler yaşanabilmekte, reklam ve sponsorluk kavramları birbirine karıştırılabilmektedir. Örneğin spor kulüpleri;  “stad isim sponsoru” , “forma göğüs sponsoru”forma kol sponsoru adı altında sponsorluk anlaşmaları yapabilmektedir.

Vergi uygulamaları açısından farklı sonuçlar doğuran bu iki harcamanın doğru tanımlanması ve tespit edilmesi önem arz etmektedir. Beklenen amaç itibariyle her ikisi de aynı gibi gözükse de sponsorlukta kurum imajının oluşturulması amaçlanırken, reklamda bir ürün ya da hizmetin tanıtımı amaçlanmaktadır. Başka bir deyişle, sponsorlukta firmanın faaliyeti ön planda iken reklamda tamamen firmanın ürünü veya hizmeti ön plandadır. Sponsorluk harcamalarında firma kar amacı gütmeyen bir kurum iken, reklamda karşılıklı kar elde etme vardır.

Mali idarenin konuya yaklaşımı

1 seri No.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğine göre; sponsorluk harcamaları, ticari kazancın elde edilmesi ile doğrudan ilişkili olmayan veya ilişkisi ölçülemeyen, sosyal amacı öne çıkan harcamalar olup, ticari kazancın elde edilmesi ile doğrudan ilişkili olan reklam harcamalarından farklılık arz etmektedir.

Sponsor olan kurumun adının anılması koşuluyla,

● Resmi spor organizasyonları için yapılan saha, salon veya tesis kira bedelleri,

● Sporcuların iaşe, seyahat ve ikamet giderleri,

● Spor malzemesi bedeli,

● Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün uygun göreceği spor tesisleri için yapılan ayni ve nakdi harcamalar,

● Sporcuların transfer edilmesini sağlayacak bonservis bedelleri,

● Spor müsabakaları sonucuna göre sporculara veya spor adamlarına prim mahiyetinde ayni ve nakdi ödemeler

gibi harcamalar sponsorluk harcaması olarak değerlendirilmektedir.

Spor sahalarına, sporcuların veya diğer ilgililerin spor giysilerinin ya da spor araç ve gereçlerinin üzerine yazılı veya elektronik sinyaller yardımıyla sanal olarak kurumun tanıtımının yapılmasını sağlayacak amblem, marka, isim ve benzeri işaretler konulması gibi doğrudan ticari fayda sağlayan ve kurumun tanıtımını amaçlayan harcamalar ise reklam harcaması olarak değerlendirilmektedir.

Ayrıca, sponsorluk faaliyetinin yanında reklam ve tanıtım amacını da içeren işlemler nedeniyle yapılan harcamaların, sözleşmede belirtilmek ve emsaline uygun olmak şartıyla, reklam ve sponsorluk harcamaları olarak ayrıştırılabilmesi mümkündür. Örneğin, bir kurumun, bir kulübe bonservis bedelini karşılayarak transfer ettiği bir sporcuyu aynı zamanda şirketin veya ürünlerinin tanıtımına yönelik reklamlarda kullanması halinde, reklam faaliyetine ilişkin harcamalar, bonservis bedelinden sözleşmede belirtilmek ve emsallerine uygun olmak şartıyla ayrıştırılabilecek ve reklam gideri olarak dikkate alınacaktır.

Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen 30.04.2012 tarih ve B.07.1.GİB.4.06.16.01-125[8-12/3]-508 sayılı özelge ile;

“……2010/2011 dönemi için isim kullanım hakkının bankanıza verilmesi sonucunda Türkiye Kupası yayınlarında “… Türkiye Kupası” isminin kullanıldığı ve …’de 2010/2011 dönemi için yayımlanan bütün Türkiye Kupası maçlarında yayın sırasında bankanızın sesli veya sessiz çeşitli logolarının yayınlanacağı, reklam ve tanıtımının yapılacağı, ayrıca … tarafından yayınlanacak çeşitli programlara bankanızın sponsor olacağı ve sözleşme gereği yapılacak yükümlülüklerin karşılığı olarak 5.000.000,00 ABD Doları tutarında ödemenin yapılacağı anlaşılmaktadır.

Bu hüküm ve açıklamalara göre, … ile yapmış olduğunuz anlaşma gereğince doğrudan ticari fayda sağlayan ve bankanızın tanıtımını amaçlayan harcamaların sponsorluk harcaması olarak değerlendirilmesi mümkün olmamakla birlikte, anılan harcamaların kurum kazancınızın tespitinde reklam gideri olarak dikkate alınması mümkündür……” şeklinde görüş verilmiştir.

Yine İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen 14.06.2017 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.16.01-120-169979 sayılı özelge ile;

“…… ticari kazancın elde edilmesi ile doğrudan ilişkisi olmayan veya ilişkisi ölçülemeyen, sosyal amacı öne çıkan harcamalar sponsorluk harcaması, işletmelere doğrudan ticari fayda sağlayan ve kurumun tanıtımını amaçlayan harcamalar ise reklam harcaması olarak kabul edilmektedir.

Buna göre, şirketinizin Türkiye Basketbol Federasyonu ile yapmış olduğu “TBF … Sponsorluk Sözleşmesi”nde; şirketinizin saha yanlarındaki LED panolarında reklam yapma, şirketin logosunu televizyon röportajları esnasında röportaj panolarında kullanma, basın toplantı panolarında tedarik sponsorları bölümünde teşhir etme, şirketin logosunu müsabakalarda kullanılan çemberlerin üzerinde etiket ile kullanma, müsabaka sonucu karşılıklı olarak belirlenecek olan şirkete özel bir ödül verme, bazı maçlarda şirketin eşantiyonlarını dağıtma ve izleyicilerin de dahil olacağı çeşitli yarışma ve tanıtıcı etkinlik düzenleme, televizyon reklam kampanyasında ve diğer mecralarda oyuncuları kullanma gibi şirketin tanıtımına yönelik reklam unsuru içeren öğelerin bulunduğu anlaşılmaktadır.

Bu hüküm ve açıklamalara göre, sözleşme kapsamında yapılan doğrudan ticari fayda sağlayan ve şirketinizin tanıtımını amaçlayan harcamaların sponsorluk harcaması olarak değerlendirilmesi mümkün olmamakla birlikte anılan harcamaların 193 sayılı Kanunun 40’ıncı maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendi uyarınca kurum kazancının tespitinde reklam gideri olarak dikkate alınması mümkündür.

Ancak, ilgili sözleşme gereğince her sezondaki her maç başına alınan ücretsiz biletlerin değerine isabet eden tutarın ise reklam veya sponsorluk harcaması olarak değerlendirilmeyerek kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınması gerekeceği tabiidir……” şeklinde görüş bildirilmiştir.

İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın; sponsorluk sözleşmesi kapsamında amatör spor kulübüne verilen fizik tedavi hizmetinin vergi kanunları karşısındaki durumu ile ilgili olarak vermiş olduğu 04.03.2013 tarih ve 11395140-019.01-301 sayılı özelgesinde;

“……şirketinizce yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde düzenlenen sponsorluk sözleşmesi kapsamında amatör spor kulübüne verdiği fizik tedavi hizmeti bedelinin öncelikle fatura düzenlenmek suretiyle gelir yazılması ve söz konusu bedelin 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 10’uncu maddesinin birinci fıkrasın (b) bendi çerçevesinde beyannamede ayrıca gösterilmek şartıyla kurumlar vergisi matrahından indirilmesi gerekmektedir.

Öte yandan ilgili dönem kazancının yeterli olmaması halinde indirim konusu yapılamayan tutarın ise izleyen dönemlerde indirim konusu yapılamayacağı tabiidir…” şeklinde görüş bildirmiştir.

Yukarıda yer alan açıklamalardan da görüleceği üzere mali idare, reklam ve sponsorluk harcamalarının niteliği konusundaki görüşünde istikrarlı biri duruş sergilemektedir. Vergi uygulamaları açısından; ticari kazancın elde edilmesi ile doğrudan ilişkisi olmayan veya ilişkisi ölçülemeyen, sosyal amacı öne çıkan harcamalar sponsorluk harcaması, işletmelere doğrudan ticari fayda sağlayan ve kurumun tanıtımını amaçlayan harcamalar ise reklam harcaması olarak kabul edilmektedir.

Dolayısıyla spor kulüplerine “stad isim sponsoru”, “forma göğüs sponsoru”“forma kol sponsoru” adı altında yapılan harcamalar vergi idaresi tarafından sponsorluk değil, reklam harcaması olarak kabul edilmektedir.

Reklam ve sponsorluk harcamalarının vergisel sonuçları ise farklılık arz etmektedir. 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 10/b. maddesi ile 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 89/8. maddesinde; 3289 sayılı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile 17/6/1992 tarihli ve 3813 sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun kapsamında yapılan sponsorluk harcamalarının sözü edilen kanunlar uyarınca tespit edilen amatör spor dalları için tamamıprofesyonel spor dalları için %50 sinin beyannamede ayrıca gösterilmek suretiyle gelir ve kurum kazancından indirilebileceği hükme bağlanmıştır.

Gelir ve kurumlar vergisi açısından reklam harcamaları, 193 sayılı GVK’nın 40/1. maddesi gereğince ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile doğrudan ilgili olmak ve VUK uyarınca tevsik edici belgelerle belgelendirilmek koşuluyla gelir ve kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak dikkate alınabilmektedir.

Yukarıda yer alan hukuki düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere sponsorluk harcamaları ile reklam harcamalarının vergisel sonuçları iki açıdan farklılık göstermektedir.

Birincisi, sponsorluk harcamaları kurum kazancının bulunması halinde beyanname üzerinden gösterilmek suretiyle indirim konusu yapılabilmektedir. Kurum kazancı yoksa sponsorluk harcamalarının indirimi mümkün olmadığı gibi sonraki yıllarda indirilmek üzere devri de mümkün değildir.

Oysa ki reklam harcamaları gider olarak kabul edildiğinden satış hasılatından doğrudan indirilebilmekte, zarar edilmiş olsa dahi sonraki yıllara (5 yıl) devri mümkün olabilmektedir.

İkincisi, sponsorluk harcamalarında amatör spor dalları için tamamının, profesyonel spor dalları için ise % 50’sinin indirimi mümkündür. Profesyonel spor dalları, mevcut düzenlemede Türkiye Futbol Federasyonu tarafından sevk ve idare edilen Süper Lig, 1. Lig., 2. Lig. ve 3. Lig olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla TFF tarafından sevk ve idare edilen diğer alt ligler ile TFF dışındaki tüm federasyonlar tarafından organize edilen branşlar herhangi bir kategorik sınıflandırma olmaksızın amatör olarak kabul edilmektedir. Bu açıdan, Örneğin; Türkiye Futbol Süper Ligi’nde mücadele eden Sivasspor’a yapılacak sponsorluk harcamasının % 50’si indirime konu edilebilirken, Türkiye Basketbol Ligi’nde mücadele eden Anadolu Efes’e yapılacak sponsorluk harcamasının tamamı indirime konu edilebilecektir.

Reklam harcamaları açısından ise amatör ya da profesyonel spor dalı ayrımı söz konusu olmayıp, yapılan harcamanın tamamı gider olarak dikkate alınabilecektir.

Görüldüğü gibi reklam harcamaları kurum kazancının tespitinde doğrudan indirim konusu yapılabilirken; sponsorluk harcamaları ancak ilgili dönemde kazanç oluşması durumunda indirilebilmektedir. Ayrıca reklam harcamalarının tamamı indirim konusu yapılmakta ve indirilemeyen kısmı sonraki dönemlere devredilebilmekte iken sponsorluk harcamalarının indirilemeyen tutarı sonraki dönemlere devredilememektedir. Bu nedenlerden dolayı vergilendirme bakımından değerlendirildiğinde şirketler için, reklam; sponsorluğa göre daha çok tercih edilebilir özelliktedir.

https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/reklam-ve-sponsorluk-harcamalarinda-kafa-karisikligi/708519

SGK TECİL FAİZİ İLE GECİKME ZAMMI ORANLARINDA DEĞİŞİKLİK

Uncategorized

SGK Tecil Faizi ile Gecikme Zammı Oranlarında Değişiklik

T.C.

SOSYAL GÜVENLİK KURUMU BAŞKANLIĞI

Sigorta Primleri Genel Müdürlüğü

Sayı : E-70660756-206.16.01-95436294

Konu : 6183 Sayılı Kanunda Belirtilen Tecil Faizi ile Gecikme Zammı Oranlarında Değişiklik

Tarih: 21.05.2024

GENEL YAZI

Sosyal Güvenlik Kurumunca 6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna Göre Kullanılacak Yetkilere İlişkin Yönetmelik’in 13 üncü maddesinin dördüncü fıkrasında, tecil faizinin Hazine ve Maliye Bakanlığının belirlediği oranlarda uygulanacağı,

Aynı maddenin beşinci fıkrasında, tecil faizi oranında değişiklik yapılması hâlinde bu değişikliğin Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihten önce tecil edilen alacaklara değişikliğin yapıldığı tarihe kadar eski oranlar, değişiklik tarihinden itibaren ise belirlenen yeni oran üzerinden tecil faizi uygulanacağı, ancak, tecil faizi oranının yükselmesi hâlinde değişikliğin yayımı tarihinden önce yapılan veya henüz sonuçlandırılmamış taleplere istinaden yapılacak tecillerde ise eski oranlar üzerinden tecil faizi alınacağı

hüküm altına alınmıştır.

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48 inci maddesi kapsamında yıllık %36 olarak uygulanmakta olan tecil faizi oranı, 21.05.2024 tarihli ve 32552 sayılı Resmi Gazete’de Hazine ve Maliye Bakanlığı (Gelir İdaresi Başkanlığı) tarafından yayımlanan Tahsilat Genel Tebliği (Seri: C Sıra No:8) ile yıllık %48 olarak belirlenmiştir.

Aynı Resmi Gazete’de yayımlanan 8484 sayılı Cumhurbaşkanı Kararına göre ise 6183 sayılı Kanunun 51 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan gecikme zammı oranı her ay için ayrı ayrı uygulanmak üzere %4,5 olarak belirlenmiştir.

Buna göre;

1- 21.05.2024 tarihinden itibaren tecil faizi oranı yıllık %48 olarak uygulanacaktır. Bununla birlikte, 21.05.2024 tarihinden önce yapılan veya henüz sonuçlandırılmamış taleplere istinaden yapılacak tecillerde eski oran (%36) üzerinden tecil faizi alınacaktır.

2- Damga vergisi, eğitime katkı payı ve özel işlem vergisi alacakları ile ilgili gecikme zammı oranı 21.05.2024 tarihinden itibaren aylık %4,5 olarak uygulanacaktır.

Bilgilerini ve gereğini rica ederim.

Savaş ALIÇ

Sigorta Primleri Genel Müdürü

https://www.alomaliye.com/2024/05/22/6183-sayili-kanunda-belirtilen-tecil-faizi-ile-gecikme-zammi-oranlarinda-degisiklik/

ELEKTRONİK DEFTER GENEL TEBLİĞİ (SIRA NO: 1)’NDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR TEBLİĞ (SIRA NO: 4)

Uncategorized

21 Mayıs 2024 SALI Resmî Gazete Sayı : 32552
TEBLİĞ

Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Ticaret Bakanlığından:

ELEKTRONİK DEFTER GENEL TEBLİĞİ (SIRA NO: 1)’NDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR TEBLİĞ (SIRA NO: 4)

 

MADDE 1- 13/12/2011 tarihli ve 28141 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Elektronik Defter Genel Tebliği (Sıra No: 1)’nin 2 nci bölümü aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“2. Tanımlar ve Kısaltmalar

Bu Tebliğde geçen;

Açılış Onayı: Hesap döneminin ilk ayına ilişkin olarak alınan elektronik defter beratını,

Başkanlık: Gelir İdaresi Başkanlığını,

Elektronik Defter: Şekil hükümlerinden bağımsız olarak Vergi Usul Kanununa ve/veya Türk Ticaret Kanununa göre tutulması zorunlu olan defterlerde yer alması gereken bilgileri kapsayan elektronik kayıtlar bütününü,

Elektronik Defter Beratı: Bu Tebliğde yer alan esaslar çerçevesinde, elektronik ortamda oluşturulan defterlere ilişkin olarak, Başkanlık tarafından belirlenen standartlara uygun bilgileri içeren ve Başkanlık Mali Mührü ile onaylanmış elektronik dosyayı,

Elektronik Defter Uygulaması: Başkanlık ve Genel Müdürlük tarafından belirlenen format ve standartlara uygun olarak oluşturulan elektronik defterlere ilişkin onay süreçlerinin yerine getirilmesi amacı ile hazırlanan www.edefter.gov.tr internet adresinde yer alan uygulamayı,

Elektronik Kayıt: Elektronik ortamda tutulan ve elektronik defter ve belgeleri oluşturan, elektronik yöntemlerle erişimi ve işlenmesi mümkün olan en küçük bilgi ögesini,

Genel Müdürlük: Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğünü,

Güvenli Elektronik İmza: 5070 sayılı Elektronik İmza Kanununun dördüncü maddesinde tanımlanan elektronik imzayı,

Kapanış Onayı: Hesap döneminin son ayına ilişkin olarak alınan elektronik defter beratını,

Mali Mühür: 509 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği çerçevesinde Başkanlık için TÜBİTAK BİLGEM KAMU SM tarafından oluşturulan elektronik sertifika altyapısını,

Nitelikli Elektronik Sertifika (NES): 5070 sayılı Elektronik İmza Kanununun 9 uncu maddesinde tanımlanan ve yalnızca gerçek kişi mükelleflerce kullanılabilen elektronik sertifikayı,

TÜBİTAK BİLGEM KAMU SM: Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Bilişim ve Bilgi Güvenliği İleri Teknolojiler Araştırma Merkezi Kamu Sertifikasyon Merkezini,

Zaman Damgası: Bir elektronik verinin, üretildiği, değiştirildiği, gönderildiği, alındığı ve/veya kaydedildiği zamanın tespit edilmesi amacıyla elektronik sertifika hizmet sağlayıcısı tarafından doğrulanan kaydı,

ifade eder.”

MADDE 2- Aynı Tebliğin 3.2. bölümünün 3.2.6. numaralı fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiş ve diğer fıkra buna göre teselsül ettirilmiştir.

“3.2.7. Bu Tebliğ kapsamında e-Defter uygulamasına dâhil olduktan sonra veya dâhil olmak zorundayken işi bırakıp daha sonra yeniden mükellefiyet tesis ettiren gerçek kişi mükellefler, bilanço esasına göre defter tutma yükümlülüğünün bulunması halinde, işe başladıkları tarih itibarıyla e-Defter uygulamasına geçmek zorundadır.

3.2.8. Bu Tebliğ kapsamında e-Defter uygulamasına dâhil olan veya dâhil olmak zorunda olan bir gerçek kişi mükellefin ticaret şirketine dönüşmesi halinde, yeni kurulan ticaret şirketi de e-Defter uygulamasına dâhil olmak zorundadır. Uygulamaya dâhil olma süresi hiçbir koşulda işlemin ticaret siciline tescil tarihini takip eden ayın başından itibaren 3 ayı geçemez.

3.2.9. Haklarında iflas kararı verilen mükelleflerin e-Defter hesapları, iflas idaresi/dairesinin talebine istinaden kapatılabilir. e-Defter hesapları kapatılan mükelleflerin defterleri kağıt ortamında tutulmaya devam edilir. İflas kararının kaldırılması halinde söz konusu mükellefler yeniden e-Defter uygulamasına geçmek zorundadır. Bu durumda uygulamaya geçme süresi hiçbir koşulda işlemin ticaret siciline tescil tarihini takip eden ayın başından itibaren 3 ayı geçemez.

3.2.10. e-Defter uygulamasına dâhil olmak zorunda olmasına rağmen uygulamaya dâhil olmayan mükelleflerin e-Defter hesapları, zorunluluğun başladığı tarih itibarıyla Başkanlık tarafından re’sen açılır ve durum mükellefe bildirilir. Bu bildirimin yapılmamış olması mükellefin e-Defter uygulamasına dâhil olma zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Bu mükellefler, e-Defter uygulamasına dâhil olmaları gereken tarihten itibaren kağıt ortamında defter tutamazlar, kağıt ortamında tuttukları defterler hiç tutulmamış sayılır.

Bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla e-Defter uygulamasına dâhil olmak zorunda olmasına rağmen uygulamaya dahil olmayan mükelleflerin e-Defter hesapları, Başkanlık tarafından mükelleflere yapılan bildirim tarihini takip eden ay başından geçerli olmak üzere re’sen açılır ve bu durum mükellefe bildirilir. Söz konusu mükellefler, bahse konu ay başından itibaren kağıt ortamında defter tutamazlar, kağıt ortamında tuttukları defterler hiç tutulmamış sayılır.”

MADDE 3- Aynı Tebliğin 4.3.1 numaralı fıkrasında yer alan “oldukları” ibaresi “olmaları gereken” şeklinde değiştirilmiştir.

MADDE 4- Aynı Tebliğin 4.3.4 numaralı fıkrasının 1 numaralı bendinde yer alan “üçüncü ayın son gününe” ibaresi “dördüncü ayın 10 uncu günü sonuna”, 2 numaralı bendinde yer alan “ayın son gününe” ibaresi “ayı takip eden ayın 10 uncu günü sonuna”, 3 numaralı bendinde yer alan “ayın” ibareleri “ayı takip eden ayın 10 uncu günü”, “son dönem geçici vergi dönemine” ibaresi “hesap döneminin üçüncü geçici vergi dönemini takip eden üç ayına” şeklinde ve aynı bölümde yer alan tablo aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve ikinci paragrafının sonuna aşağıdaki cümle eklenmiştir.

“Özel hesap dönemini kullanan mükellefler, tabloda yer alan bilgileri, hesap dönemlerinin başlangıç ve bitiş aylarına uygun olarak dikkate alacaklardır.”

MADDE 5- Aynı Tebliğin 4.3.7 numaralı fıkrasında yer alan “imzalı” ibaresinden sonra gelmek üzere “ya da Dijital Vergi Dairesi üzerinden elektronik ortamda verilen” ibaresi, “uygulaması” ibaresinden sonra gelmek üzere “ya da Dijital Vergi Dairesi” ibaresi eklenmiştir.

MADDE 6- Aynı Tebliğin 4.3.12 numaralı fıkrasında yer alan “TÜBİTAK-UEKAE’den” ibaresi “TÜBİTAK BİLGEM KAMU SM’den” şeklinde değiştirilmiştir.

MADDE 7- Aynı Tebliğin 4.4.1 numaralı fıkrasının (e) bendinin ilk cümlesinde yer alan “ikincil” ibaresi yürürlükten kaldırılmış, aynı bentte yer alan “yeterliliğe” ibaresi “yeterliğe” şeklinde değiştirilmiş ve son cümlesinde yer alan “ikincil kopyalarının” ibaresi “kopyaların” şeklinde değiştirilmiş ve (g) bendinde yer alan “ikincil” ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır.

MADDE 8- Aynı Tebliğin 6.7. numaralı fıkrasında yer alan “(4.3) numaralı bölümünün (ç) bendinde” ibaresi “(4.3.4) numaralı fıkrasında” şeklinde, “yüklememesi” ibaresi “yüklenmemesi” şeklinde değiştirilmiştir.

MADDE 9- Aynı Tebliğin 7.1. numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “dosyalarının” ibaresi “dosyalarının,” şeklinde değiştirilmiş, aynı cümlede yer alan “ikincil örneklerinin” ibaresi yürürlükten kaldırılmış ve aynı fıkrada yer alan “15” ibaresi “30” şeklinde değiştirilmiştir.

MADDE 10- Bu Tebliğin;

a) 3 üncü maddesi 2024 hesap dönemine ilişkin e-Defterlerden başlamak üzere yayımı tarihinde,

b) 4 üncü maddesi 2024/1 dönemi için oluşturulacak e-Defterlerden başlamak ve bu dönem ile bu dönemi takip eden dönemlere uygulanmak üzere yayımı tarihinde,

c) Diğer hükümleri yayımı tarihinde,

yürürlüğe girer.

MADDE 11- Bu Tebliğ hükümlerini Hazine ve Maliye Bakanı ile Ticaret Bakanı birlikte yürütür.

https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2024/05/20240521-5.htm

VERGİ USUL KANUNU’NDA MÜCBİR SEBEP DÜZENLEMESİ – 2

Uncategorized

VERGİ USUL KANUNU’NDA MÜCBİR SEBEP DÜZENLEMESİ – 2

KONU

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 13’üncü maddesi ile hükme bağlanmış olan “mücbir sebepler”, mükelleflere tanınmış çok önemli haklardan bir tanesidir. Mücbir sebeplerin mükellef hakları içindeki konumu ile olası etki ve sonuçlarının mühlet verme ve beklenmeyen durumla beraber irdelenmesi  yazımın konusunu oluşturmaktadır. Mucbir sebepler, üç bölüm halinde yazılacak olup , 1. bölüm daha önce yazılmış, kalan 2 bölümde konunun daha iyi anlaşılması için detaylı olarak izah edilecektir.

VUK’daki Mücbir Sebep Düzenlemeleri

VUK, mücbir sebebi tanımlamadan, mücbir sebep durumlarını belirtmeyi yeğlemiştir. VUK’un 13’üncü maddesi, “Mücbir sebepler:” şeklinde bir girişin ardından dört bent halinde bunların neler olduğunu belirtmiştir. Durum böyle olunca da, vergi hukuku alanında mücbir sebebin ne olduğu gerek bu maddede sayılan durumlardan ve gerekse içtihatlardan hareketle tanımlanmaya ve kapsamı belirlenmeye çalışılmaktadır.

VUK’un 13’üncü maddesindeki mücbir sebepler şunlardır:

  1. Vergi ödevlerinden herhangi birinin yerine getirilmesine engel olacak derecede ağır kaza, ağır hastalık ve tutukluluk;
  2. Vergi ödevlerinin yerine getirilmesine engel olacak yangın, yer sarsıntısı ve su basması gibi afetler;
  3. Kişinin iradesi dışında vukua gelen mecburi gaybubetler;
  4. Sahibinin iradesi dışındaki sebepler dolayısıyle defter ve vesikalarının elinden çıkmış bulunması,

gibi hallerdir.

Yazımın 1.Bölümünde vergi ödevlerinin herhangi birinin yerine getirilmesine engel olacak derecede ağır kaza, ağır hastalık ve tutukluluk halleri yazılmıştır. Burada 13/1 maddesiyle ilgili olarak bir kaç hususa daha değinmek istiyorum.

VUK’un 13/1’inci maddesinde “vergi ödevi”nden söz edildiği için, mükellef hakkı durumunda olan işlemlerde “ağır hastalık”, “ağır kaza” ve “tutukluluk” hallerinin bu işlemler yönünden hukuki bir etki ve

sonuç doğurmayacağını ileri süren yazarlar ve yargı kararları söz konusudur. Durum böyle olmasına rağmen, VUK’un 13/1’inci maddesindeki mücbir sebep halinin sadece mükellefin ödevi ile sınırlı olmayacağını savunan yazar ve yargı kararları da vardır. Düşünceme göre; VUK’un 13/1’inci maddesinde kullanılan “vergi ödevlerinden herhangi birinin yerine getirilmesine” ibaresinin hukuken yok sayılması olanaklı değildir. Ancak, bu ibarenin VUK’un 13/3’üncü maddesindeki “Kişinin iradesi dışında vukua gelen mecburi gaybubetler” ile maddenin bitimindeki “gibi hallerdir” ibareleri ile birlikte değerlendirilmesi halinde, yasa koyucunun VUK’un 13/1’inde sadece mükellef ödevlerine yönelik olarak bu düzenlemeyi yapmadığı ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, VUK’un 13/1’inci maddesinde hükmünü bulan “ağır kaza”, “ağır hastalık” ve “tutukluluk” hallerinin sadece mükellef ödevlerine değil, aynı zamanda mükellef haklarına yönelik olarak da kullanılabileceğini düşünüyorum. Dolayısıyla, yasanın öngördüğü nitelikte ağır kaza, ağır hastalık veya tutukluluk gibi bir mücbir sebep söz konusu olduğunda mükellef hakkı durumunda ki dava açma, uzlaşma, pişmanlık gibi müesseselere yönelik süreler mücbir sebep ortadan kalkana kadar durur. Bu görüşümü Danıştay’ın kararı de teyid etmektedir.

VUK’un 13/1’inci maddesindeki “ağır kaza”, “ağır hastalık” ve “tutukluluk” halleri, sadece bir insanın başına gelebilecek mücbir sebep durumlarıdır. Bu mücbir sebeplerden tüzel kişiliklerin yararlanması

çok sınırlı haller dışında düşünülemez. Bu sınırlı haller de, başına ağır kaza, ağır hastalık veya tutukluluk hali gelen kişinin o tüzel kişilik (işletme) için vazgeçilmez önemde (o kişi olmadığı taktirde, adeta o işletmenin de olamayacağı sonucunu verebilecek önemdeki kişi) bir kişi olması durumudur. Aksi taktirde, bir tüzel kişilik sıradan bir çalışanının başına ağır hastalık, ağır kaza veya tutukluluk hali gelmesinden hareketle hakkında VUK’un 13’üncü maddesinin uygulanmasını isteyemez. Kollektif şirketin temsil yetkisine sahip paydaşının ağır hastalığının zorlayıcı neden sayılması gereken nitelik taşımasının, kişisel vergi ödevlerinde geçerli olduğunda kuşku yoktur.

Ancak, şirketin iş ve işlemlerinin müdür düzeyinde yöneticiler tarafından yürütüldüğü, kimi kamu kuruluşlarına gerekli ödemelerin yapıldığı, şirketin nakit akışının sürdüğü vergi inceleme raporuyla saptanan süre içinde, temsil yetkisini haiz paydaşın zorlayıcı neden sayılan ağır hastalığının, taksitlendirilen şirkete ait vergi borçlarının ödenmesi bakımından zorlayıcı neden kabulü, VUK’un 15’inci maddesinin, yasa yapıcının amacı aşılarak uygulanması anlamını taşıdığından Maliye ve Gümrük Bakanlığı’nca kurulan işlemde yasaya aykırılık görülmemiştir. Danıştay, şirket müdürünün tutuklu olmasının asıl vergi borçlusu olan şirket için VUK 13/1’inci madde kapsamında mücbir sebep sayılmayacağına hükmetmiştir.

  1. Vergi Ödevlerinin Yerine Getirilmesine Engel Olacak Yangın, Yer Sarsıntısı ve Su Basması Gibi Afetler

VUK’un 13/2’nci maddesinde mücbir sebep olarak yangın, yer sarsıntısı ve su basması gibi afetler hükme bağlanmıştır. Yangın genel anlamda insan eliyle çıkarılan bir yıkım şeklidirSu basması insan eliyle olabileceği gibi, doğal olayların etkisiyle de olabilecek bir yıkım şeklidir. Yer sarsıntısı ise kesinlikle sadece doğal bir yıkım şeklidir. İnsanın etken olduğu yangın ve su baskınlarında mücbir sebep halinin tespitinde ve kararının verilmesinde kişinin önleme veya engel olma güç ve iradesinin olup olmadığına bakılır. Eğer bir kişi, çıkan yangın veya su baskınını önleme veya bunu ortadan kaldırma ya da vergisel anlamda olumsuz sonuçların doğmasını engelleyebilme yeti, irade ve güce sahipken, bunu kullanmamış ise bu durumda mücbir sebepten yararlanma hakkı olamaz. Ancak, tam olarak bunun tersi bir durum varsa; yani, kişi bütün iradesini, yetisini ve gücünü kullansaydı da bu yıkımı engelleyebilecek durumda olmasaydı, bu durumda mücbir sebeplerden yararlanma hakkı vardır.

Afet kavramına nelerin girdiği tartışmalıdır. “Afet”in Türkçe karşılığı yıkımdır. İnsan etkisiyle (yangın, su basması vb) veya doğadan kaynaklanan nedenlerle (deprem, su basması, sel baskını, çığ, don,haşerat saldırısı, salgın hastalık vb) yaşanan yıkımlar, eğer insanın kendi iradesi ve gücüyle engelleyemeyeceği boyutlarda ise VUK’un 13’üncü maddesinde hükmünü bulan mücbir sebepler kapsamına girer. Afet kavramına “şu konu girer, bu konu girmez” tarzı yaklaşımların hukuken kabulü mümkün değildir. Her olay kendi özelinde değerlendirilirHukukta genellemelerden hareketle karar verilemez. VUK’un 115’inci maddesindeki don ve haşerat saldırısının afet kapsamında mücbir sebep olarak değerlendirilemeyeceğini söylemek hukuken doğru olmaz. Öyle bir don olayı yaşanabilir ki, bu durum vergi mükelleflerinin ödevlerini yapmalarını ve haklarını kullanmalarını çok ciddi biçimde sekteye uğratabilir. Bu da, meteoroloji biriminden doğrulattırılabilir. Ayrıca, bu kadar yüksek ve kapsamlı don olayının insan sağlığına etkileri de tıbbi birimlerden araştırılabilir. Dolayısıyla, hukuki olaylarda genellemeler çoğunlukla yanlış sonuçlara götürür ve olayın özelini unutturur.

VUK’un 13/2’nci maddesindeki mücbir sebep halleri de, yine mükellefin ödevlerine bağlanmıştır. Ama, 13/1’inci maddenin açıklamasında da belirttiğim gibi bunu salt mükellefin ödevlerine yönelik olarak değil, maddenin tamamının bütünlüğü içinde mükellefin haklarını da kapsayacak biçimde değerlendirmek ve yorumlamak gerektiğini düşünüyorum. Danıştay kararlarında, kanunlarda belirtilmediği halde, hukuki ve fiili engellerin dava süresini uzatan veya işlemesini durduran sebepler olarak kabul edilmesiyle, “mücbir sebep”lerin dava açma süresinin işlemesini etkileyeceği görüşü kuvvet kazanmaktadır. Özellikle doğal afet gibi, kişilerin iradeleriyle değiştiremeyecekleri veya önleyemeyecekleri durumlarda mücbir sebep halinin nazara alınmayarak dava açma süresinin işlediğini kabul etmenin haklı bir nedeni olamaz. Danıştay’ın verdiği bir kararda da açık biçimde VUK’un 13/2’inci maddesindeki mücbir sebep hallerinin sadece mükellef ödevleri ile sınırlı değil, aynı zamanda dava açmak, uzlaşmaya başvurmak gibi mükellef haklarına da şamil olduğunu kanıtlamaktadır. Danıştayın mucbir sebep hallerin olması halinde dava açmayı kabul ettiğine ilişkin kararları bulunmasına rağmen temyize başvuru yapılması konusunu ise kabul etmemektedir. Yine de mükellef elinde bulunan belgelerle temyiz başvurusunda bulunmasında yarar vardır.

  1. Kişinin İradesi Dışında Meydana Gelen Mecburi Gaybubetler

Gaybubet; Arapça kökenli bir sözcük olup, yokluk, bulunmayış anlamına gelmektedir. Hukuki bir kavram olan gaiplik sözcüğü de buradan gelmektedir. İngilizce karşılığı “absence”tır. Burada vergi mükellefinin, vergi sorumlusunun veya ceza muhatabının iradesi dışında yok olma veya bulunmama hali söz konusudur. Burada iki tür bulunmama veya yok olma hali üzerinde durulabilir. Bunlar:

  1. Kişinin bulunamaması durumu.
  2. 2. Mükellefiyet ile ilgili olan şeylerin (defter, belge, kayıt, kayıt ortamı vb) bulunamaması durumu.

Vergi mükellefi, vergi sorumlusu veya ceza muhatabı çeşitli nedenlerle (genel salgın hastalık, karantina, genel grev, lokavt, mecburi askerlik, genel veya kısmi seferberlik, yurtiçine girememe vb.) vergisel ödevlerini yapamıyor veya haklarını kullanamıyor ise, burada VUK 13/3 kapsamında bir mecburi gaybubet durumu söz konusudur.

İkinci durumda ise, mükellefin, vergi sorumlusunun veya ceza muhatabının mükellefiyet ile ilgili hak ve ödevleri için olmazsa olmaz durumdaki defter, belge, kayıt, kayıt ortamı gibi şeylerin olmaması halidir. Böyle bir durumda vergi mükellefi, vergi sorumlusu veya ceza muhatabı idarenin hukuken kendisinden beklediği ödevleri veya kendisi açısından yaşamsal önemdeki dava açma, uzlaşmaya başvuru vb. hakları kullanmak için gereken defter, belge ve kayıtlara yok olma (gaybubet) nedeniyle ulaşamamakta ve bunları hukuki etkinlikte yerine getirememektedir.

Mecburi gaybubet halinin de, diğer mücbir sebepler gibi tartışmasız netlikte ortaya konulması ve kanıtlanması gerekir. Aksi takdirde soyut bir söylem olarak “mecburi gaybubet içindeydim” demek ve vergisel ödevlerin zamanında yerine getirilmemiş olması nedeniyle cezalı işlemden kurtulmak ya da dava veya uzlaşmada süresel hak kayıplarının ortadan kalkmasını talep etmek mümkün değildir.

Kişinin yurt dışına çıkması mucbir sebep hali olarak kabul edilmez. Çünkü yurt dışına çıkışta kişinin iradesi söz konusudur. Böyle bir durumda kişi vekil veya temsilci seçme yoluna gitmesi mümkündür. Nitekim genel vekil atadıktan sonra yurt dışına çıkan bir mükellefin biten inşaata ilişkin beyannamenin zamanında verilmemesine yurt dışında bulunmasını gerekçe göstererek yaptığı savunma Danıştay tarafından yerinde bulunmamıştır. Ancak işyerini başkasına devrederek yurt dışına çıkan bir mükellefin beyanname vermediği dönemler için tahakkuk eden verginin ödenmemesi üzerine düzenlenen ödeme emrine karşı açılan davada, davacı tarafından ilgili dönemde yurtdışında görevli olduğu ve verilen beyannamelerdeki imzaların kendisine ait olmadığının ileri sürülmesi üzerine vergi mahkemesi vergi borcunun bulunmadığı sonucuna vararak ödeme emrini iptal etmiştir. Danıştay dava dairesi ise, işyeri devrini idareye bildirmeyen kişinin sözleşmeyle mükellefiyeti başkasına devretmesini VUK’ nun 8.maddesine aykırı bularak bu kararı bozmuş ancak Danıştay Vergi Dava Daireleri genel kurulu vergi mahkemesi kararını uygun bulmuştur.

  1. Sahibinin İradesi Dışındaki Sebepler Dolayısıyla Defter ve Vesikalarının Elinden Çıkmış Bulunması

Mükelleflerin veya vergi sorumlularının defter, belge ve kayıtları esas itibariyle kendi işyerlerinde bulunması ve zamanaşımı süresi içinde istendiğinde de, vergi inceleme elemanlarına veya yoklamaya

yetkili elemanlara ibraz edilmesi gerekir. Ancak, uygulamada yasal defterlerin pek çok mükellef bakımından kendi işyerleri yerine, mali müşavirlerinin işyerlerinde durduğu da bilinen bir gerçektir. Zaman zaman mükellefler ile mali müşavirleri  arasında yaşanan sıkıntılardan kaynaklanarak, mükellef defter ve belgelerine belirli süreyle veya hiç bir zaman ulaşamamaktadır. Böyle bir durumda VUK’un 13/4’üncü maddesindeki mücbir sebep halinin ileri sürülüp sürülemeyeceği tartışmalıdır. Ancak, vergi mükellefleri veya sorumluları defter ve belgelerini yazılı olarak bir teslim ve tesellüm belgesi ile mali müşavirine teslim etmişlerse ve mali müşaviri mükellefin yazılı (mümkünse noter marifetiyle) defter ve belge istemini geri çevirmişse veya sessiz kalmışsa veya mali müşaviri ortada yoksa bu durumda mükellef bunun tespiti için dava açabilir.

Dava sonucunda alacağı tespit tutanağı ile her zaman VUK 13/4’üncü maddedeki mücbir sebep halinden yararlanabilir. Mükellef veya vergi sorumlularına yönelik olarak VUK çerçevesinde yapılan vergi incelemelerinde mükelleflerden veya vergi sorumlularından defter ve belgeleri VUK’taki kurallar çerçevesinde inceleme elemanları tarafından teslim alınmaktadır. Gerek kurallı biçimde tutanağa bağlanarak alınan defter ve belgeler ve gerekse kuralsız olarak tutanağa bağlanmadan alınan defter ve belgeler mükellefe iade edilmediği taktirde VUK 13/4 mücbir sebep olarak kullanılabilir. Böyle bir durumda inceleme elemanının ve onun bağlı olduğu idarenin hukuki sorumluluğu vardır.

Sahibinin iradesi dışında defter ve belgelerin elinden çıkmış olması durumuyla hırsızlık halinde karşılaşabiliriz. Bu durumda önceki TKK açısından ispatlanması gerekir. önceki TTK’nda “bir tacirin saklamakla yükümlü olduğu defter ve kağıtlar, yangın su baskını veya yer sarsıntısı gibi bir afet sebebiyle ve kanuni süresi içinde ziyaa uğrarsa tacir ziyaa uğradığı tarihten itibaren 15 gün içinde ticari işletmesinin bulunduğu yerin yetkili mahkemesinden kendisine bir evrak verilmesini isteyebilir. Mahkeme lüzumlu gördüğü delillerin toplanmasını isteyebilir. Böyle bir belge almamış olan tacir defterlerini ibrazdan kaçınmış sayılır, hükmü bunu getirir. Her ne kadar bu hükümde hırsızlık, zayi belgesi alınması gereken olaylar arasında sayılmamış olsa da adli yargıda defter ve belgelerin çaldırılması da mücbir sebep olarak sayılmıştır. Yeni TTK’nda ise, “bir tacirin saklamakla yükümlü olduğu defter ve belgelerin yangın,su baskını veya yer sarsıntısı gibi bir afet veya hırsızlık sebebiyle ve kanuni saklama süresi içinde ziyaa uğrarsa tacir bu durumu öğrendiği tarihten itibaren 15 gün içinde ticari işletmesinin bulunduğu yer yetkili mahkemesinden kendisine bir belge verilmesi isteyebilir. Bu dava hasımsız açılır. Mahkeme gerekli gördüğü delilleri toplatabilir” hükmü ile yeni TTK’nda açıkça hırsızlık sebebiyle defter ve belgelerin elinden çıkmasına yer verilmiştir.

Mücbir Sebep Halinin Sonuçları

VUK’un 15’inci maddesi uyarınca; 13’üncü maddede yazılı mücbir sebeplerden herhangi birinin bulunması halinde bu sebep ortadan kalkıncaya kadar süreler işlemezBu takdirde tarh zamanaşımı işlemeyen süreler kadar uzar. Bu hükmün uygulanması için mücbir sebebin malum olması veya ilgililer tarafından ispat veya tevsik edilmesi lazımdır. Maliye Bakanlığı, mücbir sebep sayılan haller nedeniyle; bölge, il, ilçe, mahal veya afete maruz kalanlar itibarıyla mücbir sebep hali ilân etmeye ve bu sürede vergi ödevlerinden yerine getirilemeyecek olanları tespit etmeye yetkilidir. Bu yetki vergi türleri ve işyerleri itibarıyla;beyannamelerin toplulaştırılması, yeni beyanname verme süreleri belirlenmesi ve beyanname verme zorunluluğunun kaldırılması şeklinde de kullanılabilir.

VUK’un 373’üncü maddesi uyarınca; kanunda yazılı mücbir sebeplerden herhangi birinin vukua geldiği malum ise veya tevsik ve ispat olunursa vergi cezası kesilmez.

VUK’un 373’üncü maddesinin işleyebilmesi için iki koşuldan bir tanesinin gerçekleşmiş olması gerekir. Bunlar:

  1. VUK’un 13’üncü maddesindeki mücbir sebebin herhangi birinin meydana geldiğinin herkesçe ve doğal olarak da Maliye Bakanlığı’nca biliniyor olması. Örneğin; 06 Şubat 2023 Yürek yarası Hatay ve çevredeki iller depremi ya da 2021 yılı Batı Karadeniz Sel Felaketi gibi.
  2. Vuk’un 13’üncü maddesinde hükme bağlanmış olan mücbir sebeplerden herhangi birinin meydana geldiğinin mükellef, vergi sorumlusu ve ceza muhatabı tarafından hukuken tartışmasız kanıtlarla ispat edilmesi. Örneğin; ağır hastalık halinin hastane raporlarıyla ortaya konulması; defter ve belgelerin yandığının itfaiye raporu, mahkeme tespit kararı ile kanıtlanması; işyerine hırsız girip defter ve belgelerin çalındığının karakol tutanağı, sigorta tespit raporu, mahkeme tespiti ve tanık ifadeleri ile ortaya konulması; defter ve belgelerin ibraz edilememesi halinde söz konusu defter ve belgelerin daha önce bir inceleme elemanı tarafından alındığının defter teslim alma tutanağı ile kanıtlanması gibi.

Mücbir sebep nedeniyle cezaya muhatap olmamak bakımından genel hukuk kuralları gereği mücbir sebep ile cezaya neden olan eylem arasında hukuki güçlü nedensellik bağının tartışmasız biçimde

ortaya konulması gerekir. Aksi taktirde birbiriyle ilgisi bulunmayan eylem ve mücbir sebebe dayanarak VUK’un 13’üncü maddesi ve 373’üncü maddesindeki korunma hükümlerinden yararlanılamaz. Örneğin; mükellef 01.01.2024-31.03.2024 tarihleri arasında ağır hastalık nedeniyle hastanede yatarak tedavi görmüş ve 01.04.2024-30.05.2024 tarihleri arasında da doktor raporuyla evinde kesin istirahat etmesi

istenmiş olsun. 01.01.2024-30.05.2024 tarihleri arasındaki mükellefiyet ilişkin ödevlerini yerine getirmemiş olmaktan dolayı bu mükellefe herhangi bir cezai işlem uygulanamaz.

Söz konusu mükellefin yerine getiremediği ödevlerine ilişkin süreler VUK’un 15’inci maddesi uyarınca uzar. Ancak, söz konusu mükellefin Haziran 2024 dönemine ait olup, Temmuz 2024’de vermesi gereken KDV beyannamesini süresinde vermemiş olmasını, 01.01.2024-30.05.2024 arasındaki mücbir sebep haline dayandırarak izah edemez ve yapılacak cezalı tarhiyattan kurtulamaz.

Mücbir sebep kabul edilebilir durumlara örnekler şunlar olabilir

1-Tasfiye memurunun Devlet Güvenlik Mahkemesinde tutuklu bulduğu süreler,

2-Uzlaşmaya davet edilen mükellefin uzlaşma günü ve saatinde sorgulanmak üzere gözaltına alınarak mahkemeye çıkarılan mükellef, elinde olmayan mecburi gaybubet olarak değerlendirilerek mükellefe yeniden uzlaşma günü verilmiştir.

3-Uzlaşma talebinde bulunan ancak daha sonra askere alınan mükellefin verdiği vekaletnamenin uzlaşma görüşmesinin yapılacağı günde uzlaşma komisyonuna intikal etmemesi sebebiyle temin edilmediği durumda düzenlenen tutanağa karşı mükellefin yeni bir uzlaşma tarihi verilmesi yolundaki talebine idare, “adı geçen mükellef tarafından bakanlığımıza gönderilen dilekçe ekinde bulunan vekaletnamenin uzlaşma görüşmesinin yapılacağı 3.1.1996 tarihinden önce 2.1.1996 tarihinde noterlikçe düzenlendiği tespit edildiğinden ve asker olan kimsenin dilediği zaman birliğinden ayrılarak sivil hayatı ile ilgili işlemleri yapmasının zorluğu dikkate alınarak bu durumun mücbir sebep sayılması uygun bulunmuştur. Bu itibarla, mükellef talebinin kabul edilmesi ve kendisine yeniden uzlaşma görüşmesi için yeni bir gün tayin edilmesinde sakınca bulunmamıştır.

4-Ölen bir kişinin varislerinin veraset ve intikal vergisi beyannamesine dahil edilecek servet unsurlarını bilememeleri halini mücbir sebep olarak kabul edilmiştir.

5-Beyannamenin elden verildiği durumlarda vergi dairesi çalışanlarının işi yavaşlatma eylemi yani grev yapması veya posta yoluyla gönderilen beyannamelerin posta idaresinin grevde olması mücbir sebep sayılmıştır.

6-Hapis cezasına çarptırılan bir kişi için vasi tayin edilinceye kadar geçen süre mücbir sebep nedeniyle işlemeyen süre olarak kabul edilir. Ayrıca hapis cezasına hükmolan kişi  için vasi tayin edilmemiş veya tayin edilmesi talep edilmemişse ilgilinin bağlı olduğu vergi dairesi müdürlüğü veya defterdarlık kendiliğinden sulh yargıcından vasi tayin etmesini ister.

7-Elektronik defter veya elektronik gönderilen beyanname ve bildirimlerin kabulü sırasında yaşanan teknik arızalardan kaynaklan nedenlerden dolayı beyanname kabulünün yavaşlaması veya kesintiler yaşanması sebebiyle beyanname bildirim veya defter gönderemeyen mükelleflere 23 ve 24 nolu vuk sirküleri ile Maliye Bakanlığı tarafından mucbir sebep kapsamında değerlendirilmiştir.

8- 45 ve 52 nolu vuk sirküleri ile Mısır ve Suriye’de meydana gelen olaylardan etkilenen mükelleflerin bu durumlarını kanıtlamak kaydıyla tevsik etmeleri halinde bu durumla karşılaşan mükelleflere mücbir sebep halleri uygulanmıştır.

Mucbir sebep hallerine ilişkin önemli olan hususları önümüz haftalarda son bölüm olarak mucbir sebeplere ilişkin özellik arz eden hususlarla mucbir sebep nedeniyle borcun ifa edilememesi  konularını  yazmaya devam edeceğim.

20.05.2024

Kaynak: www.MuhasebeTR.com

https://www.muhasebetr.com/yazarlarimiz/cengizdemir/011/

Cengiz Demir
Yeminli Mali Müşavir
Bağımsız Denetçi
cengiz@ymmcengizdemir.com.tr
www.ymmcengizdemir.com.tr

VERGİ USUL KANUNU’NDA MÜCBİR SEBEP DÜZENLEMESİ – 1

Uncategorized

VERGİ USUL KANUNU’NDA MÜCBİR SEBEP DÜZENLEMESİ – 1

KONU

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 13’üncü maddesi ile hükme bağlanmış olan “mücbir sebepler”, mükelleflere tanınmış çok önemli haklardan bir tanesidir. Mücbir sebeplerin mükellef hakları içindeki konumu ile olası etki ve sonuçlarının mühlet verme ve beklenmeyen durumla beraber irdelenmesi yazımın konusunu oluşturmaktadır. Mücbir sebepler, üç bölüm halinde yazılacak olup, konunun daha iyi anlaşılması için detaylı olarak izah edilecektir.

KONUYA İLİŞKİN ANALİZ ve DEĞERLENDİRME VE GÖRÜŞLER

Bazı olağanüstü durumlarda mükelleflerin isteseler de ödevlerini zamanında yerine getirmeleri mümkün olmayabilir. Böyle hallerde kanun olağandışı durum sona erinceye kadar mükellefin ödevlerini ertelemekte ve tarh zaman aşımını da ertelenen süre kadar uzatmaktadır. Mücbir sebep halleri Vergi usul kanunu 13.maddesinde örnek verilmek suretiyle sayılmıştır. Örneğe uyan sebepler olması halinde mücbir sebep olarak kabul edilmekte ancak sayılan sebeplere benzer durumda sebeplerin ortaya çıkması halinde de vergi idaresince mücbir sebep olarak kabul edilmektedir.

Mücbir sebepler, sezilemeyen ve karşı konulamayan bir olayı ifade eder. Mücbir sebep, tarafların belirli bir süreye bağlı olarak yerine getirmesi gereken ödev, yükümlülük veya borçlarını yerine getirme sırasında iradesini geçici olarak ortadan kaldıran ve dıştan gelen fiili bir durumdur. Yani gerçek dünyada meydana gelen bir olayın hukuk aleminde söz konusu olan bir ödev, yükümlülük veya borcun yerine getirilmesini ya da bir hakkın kullanılmasını geçici olarak durdurmasıdır.

Her hukuk dalında “mücbir sebep” olarak nitelenebilecek, tarafların isteseler dahi önüne geçemeyecekleri, oluşunu engelleyemeyecekleri doğal veya yapay durumlar söz konusudur. Bu durumları etkisi ve sonuçları itibariyle her hukuk kendi özelinde düzenleyebilir. Ancak burada unutulmaması gereken husus, hukuk dalları değişse dahi aynı hukuk sistemi içindeki bir hususa yönelik düzenlemenin diğer hukuk dallarındaki aynı veya benzer hususa yönelik düzenlemeleri ile çelişmemesi gerekir. Hukuk sistemi tekilliği içinde özsel ve amaçsal anlamda bir ölçülülük ve tutarlılık beklenir. Dolayısıyla, kamu hukuku veya özel hukuk alanında mücbir sebeplere yönelik düzenlemeleri birbirlerinden tümüyle bağımsız, asla birbiriyle karşılaştırılamaz düzenlemeler olarak algılamak ve değerlendirmek yanlış olur. Bu anlamda, gerek kamu hukuku bağlamında Danıştay ve Yargıtay ile özel hukuk bağlamında Yargıtay kararlarında mücbir sebep kavramına yönelik ortaya konulan görüşlerden mücbir sebep kavramının anlamı, çerçevesi, temeli, sınırları, etki ve sonuçları konusunda her hukuk alanında yararlanılabilir. Bir başka deyişle, vergi hukukundaki mücbir sebep konusu irdelenirken, Yargıtay kararlarından, ceza hukuku veya ticaret hukuku alanındaki mücbir sebep durumlarında da Danıştay kararlarından rahatlıkla emsal olarak yararlanılabilir.

Vergi hukuku bakımından mücbir sebep; vergi mükelleflerinin, vergi sorumlularının ve ceza muhataplarının isteseler dahi hiçbir biçimde kendi çabaları ve iradeleriyle önüne geçemeyecekleri, oluşunu ve sonuçlarını engelleyemeyecekleri doğal veya yapay durumlara denir.

Mücbir sebep niteliğindeki olaylar deprem, sel, kasırga vb. doğal olaylar olabileceği gibi isyan, ihtilal, savaş, genel grev gibi insana bağlı (beşeri) olaylar da olabilir. Olayların mücbir sebep olarak kabul edilebilmesi için, bunların bazı koşullar altında gerçekleşmiş olması gerekir.

Bu koşullar şunlardır:

  • Bunlardan biri, ortada vergilendirmeyi engelleyen bir kuvvetin var olmasıdır.
  • İkincisi, bu vergilendirmeyi engelleyen kuvvetin kişinin iradesi dışında meydan gelmesidir.
  • Üçüncüsü, meydana gelmiş olan olayın, kişinin bilinç ve iradesi dışında olmasıdır.

VUK’daki Mücbir Sebep Düzenlemeleri

VUK, mücbir sebebi tanımlamadan, mücbir sebep durumlarını belirtmeyi yeğlemiştir. VUK’un 13’üncü maddesi, “Mücbir sebepler:” şeklinde bir girişin ardından dört bent halinde bunların neler olduğunu belirtmiştir. Durum böyle olunca da, vergi hukuku alanında mücbir sebebin ne olduğu gerek bu maddede sayılan durumlardan ve gerekse içtihatlardan hareketle tanımlanmaya ve kapsamı belirlenmeye çalışılmaktadır.

VUK’un 13’üncü maddesindeki mücbir sebepler şunlardır:

  1. Vergi ödevlerinden herhangi birinin yerine getirilmesine engel olacak derecede ağır kaza, ağır hastalık ve tutukluluk;
  2. Vergi ödevlerinin yerine getirilmesine engel olacak yangın, yer sarsıntısı ve su basması gibi afetler;
  3. Kişinin iradesi dışında vukua gelen mecburi gaybubetler;
  4. Sahibinin iradesi dışındaki sebepler dolayısıyla defter ve vesikalarının elinden çıkmış bulunması,

gibi hallerdir.

Gibi haller ibaresinden belirtilen 4 maddede ki sebeplere benzeyen ve Gelir idaresinin mücbir sebep hali saydığı durumlarında anlaşılması gerekmektedir.

Vergi Usul Kanunu’nda mücbir sebep olarak sayılan yukarıdaki haller hukuk teorisinde mücbir sebep (zorlayıcı neden), ve beklenmeyen durum olarak iki kategoride değerlendirilmektedir. Mücbir sebep, önceden kestirilemeyen, önüne geçilemeyen ve dış etkenlerin doğurduğu genel nitelikli olaylardır. Beklenmeyen durum ise, özel ve iç etken sonucu ortaya çıkar. Kişi olağanüstü bir gayret sarf etmesi halinde beklenmeyen durum önlenebilir. Şiddetli yağış nedeniyle işyerinin su altında kalması mücbir sebep, muslukların açık unutulması nedeniyle büroyu su basması ise beklenmeyen durum olarak kabul edilir.

MUCBİR SEBEBİN BEKLENMEYEN HÂLDEN AYIRT EDİLMESİ

Mücbir sebep gibi, beklenmeyen hâl (umulmayan olay, fevkalade hâl, kaza) ) de Türk Borçlar Kanunu’nda genel olarak tanımlanmamıştır. Bununla birlikte, öğretideki hâkim görüşe göre beklenmeyen hâl, sözleşme ilişkisinde borçlunun irade ve davranışından bağımsız olarak onun borcunu

ihlâl etmesine kaçınılmaz biçimde neden olan olaydır. Beklenmeyen hâlin varlığı için borçlu açısından kaçınılmaz bir olayın varlığı, borcun ihlâl edilmesi ve olay ile borcun ihlâl edilmesi arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekir.

Mücbir sebep gibi, beklenmeyen hâl de sözleşme riski sorunudur. Bununla birlikte, Türk hukukunda mücbir sebep ile beklenmeyen hâl ayrı kavramlar olarak kabul edilmektedir. Zira, beklenmeyen hâl ile mücbir sebebin meydana geliş şekli ve sonuçları birbirinden farklıdır. Beklenmeyen hâlin haricî olması, yani borçlunun faaliyet veya işletmesinin dışında ortaya çıkması gerekmez. Borçlunun faaliyet veya işletmesinde meydana gelen bir olay da beklenmeyen hâl olarak nitelendirilebilir. Buna karşılık, mücbir sebep daima haricî bir olaydır. Mücbir sebepte haricîlik unsurunun aranması, özellikle haksız fiilden doğan sorumlulukta önem taşır. Zira, haksız fiillerde zarar veren haricî olarak ortaya çıkan mücbir sebebin varlığını ispatlayarak sorumluluktan kurtulabilir. Buna karşılık, haksız fiillerde beklenmeyen hâl borçluyu her durumda sorumluluktan kurtarmaz. Haksız fiillerde beklenmeyen hâl zararlı sonucu doğuran ortak nedenlerden biri olabilir. Bu durumda, beklenmeyen hâl, ortaya çıkan zarar ile davranış arasındaki illiyet bağını kesmediği için zarar veren sorumluluktan kurtulmaz. Beklenmeyen hâl, borçlunun irade ve davranışından bağımsızdır. Örneğin satış sözleşmesi kurulduktan sonra kusuru olmaksızın ayırt etme gücünü yitiren borçlunun satış konusu malı yakması beklenmeyen hâl olarak nitelendirilebilir. Mücbir sebep beklenmeyen hâle kıyasla daha şiddetli ve yoğundur. Beklenmeyen hâlin varlığı için bunun sonuçlarının herkes bakımından kaçınılmaz olması aranmaz. Beklenmeyen hâlde kaçınılmazlık sadece somut olaydaki borçlu yönündendir, nispîdir. Mücbir sebepte ise kaçınılmazlık mutlaktır. Bu sebeple, her mücbir sebep beklenmeyen hâldir; ancak, her beklenmeyen hâl mücbir sebep değildir. Nitekim, TBK m. 119’da yer alan “beklenmedik hâl” ifadesi hem beklenmeyen hâli de hem de mücbir sebebi kapsamaktadır. Beklenmeyen hâl ile mücbir sebep arasındaki bir başka fark, bunların sonuçları açısındandır. Sözleşme ilişkisinde ortaya çıkan olay sonucu borcun ifası ne kadar güçleşmiş olursa olsun yerine getirilebiliyorsa mücbir sebep yoktur; beklenmeyen hâl vardır. Bir başka deyişle, mücbir sebep aşırı ifa güçlüğü sonucunu doğurmaz.

Buna karşılık, mücbir sebep gibi beklenmeyen hâl de sözleşme ilişkisinde borçlunun sorumlu olmadığı sonraki ifa imkânlığı (TBK m. 136) sonucunu doğurarak borçluyu sorumluluktan kurtarabilir. Ancak, beklenmeyen hâlin ifa imkânsızlığına neden olarak borçluyu sorumluluktan kurtarması mutlak değildir. Bazı hâllerde borçlu kanun gereği beklenmeyen hâlden sorumludur (TBK. m. 373/II, 576/I, 579/I). Borçlunun beklenmeyen hâlden sorumlu olduğu bu durumlarda da borçlu, mücbir sebebin varlığını ispatlayarak sorumluluktan kurtulabilir.

VERGİ USUL KANUNUNDA SAYILAN MUCBİR SEBEP HALLERİ,

  1. Vergi Ödevlerinden Herhangi Birinin Yerine Getirilmesine Engel Olacak Derecede Ağır Kaza, Ağır Hastalık ve Tutukluluk

VUK’un 13/1’inci maddesinde hükme bağlanmış olan mücbir sebep hali “vergi ödevini” yerine getirmeye engel koşuluna bağlanmıştır.

Bir başka deyişle, mükellef, vergi sorumlusu veya ceza muhatabı kendisine yasalarla yüklenmiş olan ödevlerden herhangi birisini yerine getirmesine engel oluşturacak kadar ağır kaza ve hastalık halinde ise veya tutuklanmış ise bu durumda, mücbir sebep hali var demektir ve buna paralel etki ve sonuçlardan yararlanır.

VUK “ağır hastalık” ve “ağır kaza” kavramlarını tanımlamamış ve bu kavramların değişen yaşam algısı içinde yorumlanmasını istemiştir. Bugün için “ağır kaza” veya “ağır hastalık” kapsamına giren bir durum, gelişen ve değişen koşullar altında yarın bu tanıma girmeyebilir. Örneğin; kanser, bugün için “ağır hastalık”ların en başında gelirken, yarın bilimsel gelişmeler sonucu bu hastalığın gripten bir farklı kalmayabilir.

“Ağır hastalık” ve “ağır kaza” kavramlarının ölçeğini, niteliğini ve çapını belirlememizde yargı kararları ciddi katkı sağlamaktadır. Yatak istirahatini öngören raporların mücbir sebep olarak kabul edilebilmesi için vergisel ödevlerini yerine getirmesini olanaksız kılacak ağırlıkta bir hastalık haline dayanması gerekir. Bir hastalığın mücbir sebep kapsamında ağır hastalık sayılması için çeşitli hastane raporları ve uzman yazılarıyla bunun ortaya konulması gerekir. Mücbir sebebin, hukuki sonuç doğurabilmesi için, malum olması veya tevsik ya da ispat edilmiş bulunması gereklidir. Mücbir sebebin malum olması, doğal afetlerde olduğu gibi, herkesçe biliniyor olması demektir. Diğer hallerde, mücbir sebebin, iddia eden tarafından tevsik veya ispat edilmiş olması gereklidir. Tevsik ve ispat; mahkeme kararı, yetkili kamu kuruluşlarınca düzenlenen belge veya doktor raporu ile yapılabilir.

Ağır kaza veya ağır hastalık nedeniyle hastanede yatış süresi için uygulamada tartışma pek tartışma söz konusu değilken, hastane sonrası evde istirahat haliyle ilgili çeşitli tereddütler yaşanabilmektedir.

Ağır kaza veya ağır hastalık nedeniyle evde kesin istirahat halinin de mücbir sebep sayılması gerektiğini düşünmekteyim.

VUK’un 13/1’inci maddesinde sadece “ağır hastalık” durumu değil, aynı zamanda “ağır kaza” ve “tutukluluk” durumu da düzenlenmiştir.

“Ağır kaza” ile “ağır hastalık” sonuç itibariyle tıbbi raporu gerektiren sağlık halleridir. Ağır kaza kavramından, kişinin sağlığının önemli ölçüde zarar gördüğü ve yaşamanı önemli ölçüde etkileyen sağlık sorunlarının yaşandığı kaza olarak anlamak gerekir. Kişinin yaşamını ve sağlığını ciddi boyutta etkilemeyen ve hastane ortamına bağlılığı gerektirmeyen durumlardan “ağır kaza” olarak söz etmek pek olası değildir. Ama sonuç itibariyle, ağır kaza kavramını da takdir edecek ve değerlendirecek birim sağlık birimleridir.

VUK’un 13/1’inci maddesindeki diğer bir mücbir sebep hali de “tutukluluk”tur. Burada yasa koyucu “mahkûmiyet” halini değil, “tutukluluk halini mücbir sebep saymıştır. Bunun genişletilerek yorumlanıp, yorumlanmayacağı tartışmalıdır. Bana göre; mahkûmiyet kalıcı ve uzun süreli bir cezalandırma yoludur. Dolayısıyla, mükellef, vergi sorumlusu veya ceza muhatabı mahkûmiyet durumunda hukuki sorunlarını vekilleri aracılığıyla veya kalıcı biçimde başka hukuki yollarla çözümlemesi gerekir. Aksi takdirde, zaten uzun süreli bir yokluk döneminde vergisel işlerin yürütülmesi de söz konusu olamaz. Ancak mahkûmiyet halinde de VUK 13’ün işleyeceğini belirten Danıştay kararları mevcuttur. Oysa tutukluluk, geçici bir durumdur. Tutuklama, masumiyet karinesinden yararlanan şüpheli veya sanığın özgürlüğünün, hâkim kararı ile uluslararası insan hakları sözleşmeleri, anayasa ve yasalarda belirtilen şartlara göre, kesin hükümden önce, geçici olarak kısıtlanmasıdır.

Bu geçici kısıtlama hali ortadan kalktığı takdirde kişi sosyal ve ekonomik yaşamına geri dönecek ve etkinliklerini sürdürecektir. İşte böyle bir dönemi mücbir sebep hali olarak görmek ve mükellef hak ve ödevi olan konularda süreleri durmuş kabul etmek hukuken doğru ve isabetli bir yoldur.

VUK’un 13/1’inci maddesinde mücbir sebepler arasında vergi ödevlerinden herhangi birinin yerine getirilmesine engel olacak derecede ağır kaza, ağır hastalık ve tutukluluğun sayıldığı yine aynı yasanın

15’inci maddesinde ise 13’üncü maddede yazılı mücbir sebeplerden herhangi birinin bulunması halinde bu sebep ortadan kalkıncaya kadar sürelerin işlemeyeceği hükme bağlandığından beyanname verme süresinin imza yetkisine haiz iki müdürün tutuklanması ile durduğunu ve tutukluluk haline son verilmesi üzerine işlemeye devam ettiğini, dolayısıyla 06.04.1981 ile 28.10.1981 tarihleri arasındaki

tarihleri sürenin beyanname verme süresini hesaplamada göz önüne alınmaması suretiyle 23.11.1981 gününde verilen beyannamenin süresinde verildiğini kabul etmek gerekmektedir.

Mücbir sebep hallerine ilişkin önemli olan hususları önümüz haftalarda toplam üç bölüm halinde yazmaya devam edeceğim.

08.05.2024

Kaynak: www.MuhasebeTR.com

https://www.muhasebetr.com/yazarlarimiz/cengizdemir/010/

Cengiz Demir
Yeminli Mali Müşavir
Bağımsız Denetçi
cengiz@ymmcengizdemir.com.tr
www.ymmcengizdemir.com.tr

Scroll to Top
Burcu YILDIZ İzmir Serbest Muhasebeci Mali Müşavir– 0531 020 5320 İZMİR Mali Müşavir Bürosu Konak / İZMİR Listesi – Mali Müşavir İzmir – Şirket Kuruluş İşlemleri
MENÜ